20090131

TRT

Sanırım TRT'ye artık ödenek ayırmıyorlar hiç.

An itibariyle adamlar 41. yıl konserini kapılarının önünde veriyorlar bu soğukta. Mont giyip eldiven falan takmışlar neyse ki.

Tripod

Facebook vs. platformlarda göze çarpan fotoğraflardan da bildigimiz üzere bir çok insan, ki bunların %80'i falan hatun bence, kendi fotoğrafını çekmeye bayılıyor. Sanırım en artistik ve cool pozlarını yalnızken verdiklerini düşünüyorlar. Böyle uzaklara dalıp gitmiş ya da ne biliim gözlerini devirip bakmış falan.

Ben de çekiyordum gerçi bi ara kendi fotoğraflarımı. Siz de çekin zaten bana ne. Ama sevgili hatunlar sözüm özellikle size. Şu kolunuzu göstermeyin fotoğraflarda gözünüzü seveyim. O kadar bariz olmasın bari fotoğrafınızın tarafınızdan çekildiği.

Tripod kollular sizi.

Mouse Pad

Bilgisayar yan sanayisinin bize attığı en büyük kazık mouse pad. Para tuzağı resmen.

Yıllardır mouse kullanıyorum, bi kere bile regl olmadı kullandığım mouse.


Zamanında kitleleri benden soğutan bu düşüncemi buraya da yazmasam olmazdı.
Kendimi tekrarlıyorum belki de bu aralar.

Repeat after yourself Buro.

Eye of The Tiger

Cumartesi sabah işe gelirken bu şarkıyı dinlemek çok fantastik bişey. İnsan Rocky'nin nasıl gaza geldiğini daha iyi anlıyor.


Uyku yok Buro, uyku yok.

20090130

Çalışmak


95 Oktan

Benzin almak hayatta üşendiğim biçok şey arasında kendine üst sıralarda yer bulmayı başarabilmiş bi eylem.

Çünkü sinir oluyorum beklerken. Arabadan çıkmadan beklesem, pompacı arkadaşa (of kelimeye bak) ayıp oluyormuş gibi geliyor.

Dışarda beklerken de yapacak bişi yok. Soğuktan zıplarken bi yandan da pompada saniye başına akan yakıt miktarına bakıp kaç dakika daha beklemem gerektiğini hesaplıyorum falan. Bi de işte pompacıyla muhabbet edeyim desen, "sizin işiniz de zor be abi, sabahtan akşama bu soğukta" dan ileri gitmiyor muhabbet ki eminim günde 100 kişiyle döndürüyordur aynı muhabbeti.

Yalnız adamlar iki seferdir "katkı maddesi de ister misin abi?" diye soruyor. Opet fazlaca bi miktar göndermiş sanırım bunlara.

Önce hayır abi dedim yine. Sonra sırf merakımdan ii hadi dedim ondan da ver. Bi bakalım nası bişeymiş ki bunun bekleme süremi de uzatacağını idrak edemiyorum o an.

-Ee ne işe yarıyor şimdi bu?
-Abi yakıt tasarrufu sağlıyor işte %6
-E şimdi 100 liraya dolacak şimdi depo en fazla. %6 tasarruf desen 6 lira yapar.
-Evet abi
-6 lira tasarruf yapmak için katkı maddesine 7.5 lira verdim yani öyle mi?
-??? E ama abi performansı da etkiliyor.

20090129

İcat

Erkek cinsi için en hüzün verici icadın ne olduğunu buldum sanırım.

20090128

Hande Yener Tarzı Şarkı Yazma Rehberi

1. Mümkünse terkedildikten sonra şarkı yaz.
2. Eski sevgilinin seni nasıl terkettiğiyle yüzleş önce. Yüzleş ki acıyı içinde hissedebilesin.
3. Eski sevgilin için verdiğin emekleri anlat.
4. Eski sevgilinin seni terketmekle neler kaçırdığından bahset uzuun uzun.
5. Terkedildikten sonra açılan kısmetini, önündeki fırsatları vurgula ki iyice nispet olsun sevgiline.
6. Öptüm, kib, bye falan diye şarkıyı bitir.

Hande yener tipi klip çekme rehberi de yapmak lazım ama üşendim. Şimdilik tek bi madde:

1. Dans edeme

Şarkının örneği aşağıda görülebilir;

Sen beni hiç sevmemiştin
Tezgahtarsın demiştin
Kucağıma çocuğu bırakıp gitmiştin
Meğer sen ne dingilmişsin

Bak şimdi oldum ünlü
Peşimde erkekler sürü
Sen dön arkanı yürü

Bana kırmızı etek çok yakışıyor
Gören erkekler coşuyor
Her albümüm milyon satıyor
Sana avcunu yalamak düşüyor

Ben artık özgür kadınım
50 bulmak için elimi sallarım
Sevgili de bulurum çocukta yaparım (bu kısım türkçesi kıt matbaacı yüzünden kartonete böyle yanlış yazılacaktır.)

Broken Promise

We rise above this
We cry about that
As we live and learn

Ünlülerin Yemekteyiz Menüleri

Çağla Şikel: Tost
İbrahim Tatlıses: Lahmacun+Viski
Ajdar Anık: Muz

Ben: Bizim kebapçıdan 1.5 dürüm. Yalnız en son geldiğinde pek pişmemişti. Damak tadınıza uymayabilir.

Bu kafayla bu kadar çıktı. Eklerim bi ara.

20090127

Self Portrait

Sanırım yüzün yarısı görünür, diğer yarısı da -tercihen dslr- bir fotoğraf makinesinin ardına gizlenmişken ayna yardımıyla çekilmiş pozları olmayan insana kız verilmeyen bir devirde yaşıyoruz.

Cümlesinin öğelerini bulunuz.

Hikaye

"Beraber bir hikaye yazalım" demişti bir arkadaş bir kaç ay önce muhabbet ederken. Ama dram olsun istedi.

-Girişi sen yap

dedi. Şimdi düşündüm de herşeyi bana bırakmış.

Ben de fantastik kurgu sevgimi de göz önüne alarak bir vampirin dramını yazmayı düşündüm kendi kendime. Yazdığım ilk paragrafın aşağıdaki gibi olduğunu görünce bi daha hikaye muhabbetini açmadı kız nedense.


Kanalizasyonda açtı gözlerini yine. Güneş ışığından kimseye görünmeden saklanabileceği en uygun yer olarak burayı seçmişti kendine yıllar önce.

Aslında çok uzun zaman geçmemişti bu duruma düştüğünden beri. 15 yıl kadar önce Transilvanya'dan gelen bir vampir tarafından ısırılana dek onu Romanya'dan gelen bir nataşa sanıyordu. Biraz da gecelik 150 dolara anlaştıklarından olsa gerek, vampir onu tamamen öldürmek yerine kendi soyunun arasına almayı tercih etmişti.

Zippo Katliamı





Alışığız hemen her aksiyon filminde biryerlerin yakılıp yıkılmasına.

Ev uçurursun, araba uçurursun marka marka. Dök benzini, git 100 metre ilerden tutuştur zaten ondan kolay birşey yok. Nerde tutuşturulacak bi benzin var bil ki Zippo yetişecek imdada.

Sahne zaten fiks. Esas çocuk yakar zippoyu. Atar benzine döner arkasını gider. Slow motion'da.

Rüzgara falan dayanıyor, yere atınca sönmüyor diye o kadar da ızdırap çektirilmez ki bi çakmağa canım.

İlla benzin tutuşturacaksan alırsın eline kibriti çömelirsin. Şöyle benzinden mümkün olduğunca uzakta kalarak kolunu uzatır tutuşturursun benzini. Sonra da yandım anam diye koşup kaçarsın arabalar patlamadan.

Ama böyle yapınca artistiği kalmıyor di mi işin? Patlayan milyon dolarlık arabalara, evlere atlara acımıyorum da boşu boşuna harcanan 50 dolarlık zippolara acıyorum ben.
Bu yine onurlu bir son zippo için. Hani sırf bu iş için kullanılsa bi havası olur yine.

Bi de milletin elinde maymun oluyor garibim. Masada zippo gören evirip çevirmeye başlıyor. Sağda solda gördüğü artistik zippo yakma tekniklerini uygulamaya çalışıp zippoyu yere düşürüyor falan.
İlk bahsettiğim zippo türüne aksiyonların adamı James bond desek bu elden ele gezen zippo tipi de yeşilçamda sürekli dayak yiyen gariban figüran gibi işte.

Şeref mesela. Evirir çevirir poposundan alev çıkarır çakmağın. Ben hayatta denemedim. Denemem de.

Şahsen kullandığım bi zippoyla yaptığım en artistik hareket elimde sadece boş sigara paketinin olduğunu sanarak gecenin üçünde sigara paketiyle zippoyu beşinci kattan aşağı atmamla gerçekleşmişti. Havada kaç takla atmıştır kim bilir. Sonra da gidip almıştım paşa paşa.

Ha bi de aynı zippo arkadaşımın arabasında unutulduktan bir saat sonra araba içindekilerle birlikte 10 metreden falan burun üstü çakılmıştı Eymir manzarasına karşı. O da baya heyecan verici bir durum olmuştur muhtemelen.

Zippo gitti ya benim içim yanıyor. "Geçmiş olsun, zippomu gördün mü peki?" diye de soramıyorum adama. Arabası pert olmuş sorsam beni de pert eder. Bi ay sonra falan kaportacıdan çıkmıştı benim çakmak da nası sevinmiştim.

Çıktığı gece de zodiac'ta kaybetmiştim.

Ne bahtsız çakmakmış.

Sinek

Sinek de küçüktür ama mide bulandırır özlü sözüne de illet olurum oldum olası.

Sinek küçük olduğu için mi mide bulandırıyor sanki? Havada kendi kendine uçan sinek görseniz mideniz bulanır mı?

Çorbanızda yüzerken falan görürseniz mide bulandırıyor sinek. Küçük olduğu için değil.

Çorbanıza sinek yerine at düşse "Aa, at bu. Büyük." mü diyeceksiniz. Mideniz bulanmayacak mı. Benim daha çok bulanır şahsen. At bi de kişniyor çünkü. (Bkz: Kişnemenin mide bulantısı üzerindeki etkisi) Hem nalları falan da var. 4 tane. Sineğin nalları da yok yazık.

Gayet çürütülebilir bir saldırı yapıyorum farkındayım. Ama yine de illet oluyorum o söze.

20090126

Forklift


Şimdiye kadar forklifte forklift diyebilen bir depo çalışanına
ya da bir kamyon şoförüne rastlamadım.

Raf

Adriana

Adriana Lima'cığımızı ailecek izledik. Ailecek derken Ben, Erman, Güven. Bizim çekirdek aile.

Şu var mısın yok musun'a çıkan ünlülerin hepsi mi mütevazi oluyor onu bi merak ediyorum, derinlemesine incelemek lazım bi ara. Biçok insan için ulaşılmaz görünen tiplere bi bakıyorsun şirin falan birşey çıkıyor karşına.

Adriana da öyleydi hakkını yemeyelim. Nitekim "ya ne tatlıı" cümlesini nerden baksan 30 kez duymuşumdur Güven'den. Seviyeli bir ilişki istiyor kendisi Adriana ile.

Ben de yeşil göze hasta ve gördüğü her güzel ve renkli gözün -mavi olsa bile- inatla yeşil olduğunu iddia eden bir insan olarak ağzım açık izledim ara ara.

Peki bugün ne öğrendik?

Dünyanın bir numaralı top modeli de olsan diz altı etek yakışmıyor.

20090125

Göreviniz Tehlike

Her operasyon tanımının sonunda "Bu disk kendini 5 saniyede imha edecektir" diyor ya. Öyle de oluyor zaten.

Tut ki operasyon tanımında birşeyi kaçırdım ben. Geri sarıp tekrar bakmam lazım. Ya da pizzacı geldi kapıyı çaldı pause yapmam lazım videoyu. Napcaz o zaman? Gitti mi bütün operasyon?

Telefon mu açayım adama tekrar?

-Hacı ya ben gizli ajan Buro. Video yokoldu ama bizim gizli görev vardı ya.. Kaçta nerde buluşacaktık? Annem geldi odaya orasını kaçırmışım.

20090124

Mal

Bazen öyle salakça düşünüyorum ki.

Dün çektiğim fotoğrafların bazılarını flashdiske atıp bastırmak için fotoğrafçıya götürdüm. Birazdan gidip alacağım fotoğrafçıdan. Şu düşünce geçti aklımdan:

"Gideyim fotoğrafları alayım, baskısı güzel olanları scanleyip bloga atarım"

Out

Haftalardır her Cuma akşamı There's a light that never goes out ile ilgili bir post yazmak geliyor içimden.

Neden olduğuna dair hiç fikrim yok. Haftasonu başlıyor diye desem, ben cumartesi de çalışıyorum. Ama cuma günleri ayrı bi keyiflendiriyor şarkı nedense.

20090123

Yol


Öykü

Öykü Serter

Çocukluk aşklarımdan biri resmen. BBG sunmanın suyunu çıkararak zaten baymıştı.

Şimdi TV'de gördüm. Resmen hayal kırıklığı. O saçlar ne?

Bi de sanırım rapçi hatunlar %90 çok şişman.

Yeemek

İsminden kaybeden yiyecekler var benim için.

Güllaç mesela.

Güllaç diye tatlı ismi mi olur? Sırf bu yüzden ağzıma sürmedim hayatım boyunca.
Tadını bilmem bile.

Sütlaç da öyle.

20090122

94.5

Rock FM'de şu saatlerde yayınlanan bir program var.

Radyomda sadece iki kanal kayıtlı. Bir de Ankara'dan kalma 2 kanal var doğal olarak burda alakasız istasyonların yayın yaptığı. Başka kanal kaydetme düşüncesi bile nasıl yorucu geliyor bana anlatamam. Direksiyonda t-shirt falan değiştirebilirim ama kanal kaydetmek işkence. Binip beğenmeyen olursa buluyor nasıolsa kendine bi kanal. Neyse.

Eksen bazen fazla bayınca Rock Fm dinleyeyim diyorum. Ama akşam bu saatlerde yapıyorsam o eylemi, ancak 5 dakika falan dayanabiliyorum.

Zaman Makinesi olabilir yayınlanan programın adı emin değilim. Ancak şuna eminim, o programın yayınlanmasına izin veren insana şaşıyorum.

Yapanlara -iki kişiler anladığım kadarıyla- şaşmam çünkü onlar kendilerini komik sanıyorlar muhtemelen. En aşağı 25 yaşında falandırlar. Bu saatten sonra komik olmadıklarını anlatmak için çok çaba sarfetmek gerekir.

Bugün ne kadar dayanabileceğimi test etmek için değiştirmedim, dinledim. Eve gelene kadar da dinleyebildim ki bu 15 dakika falan eder. Bi de bazen sinir olduğu şeyleri yapmaya devam eder ya insan yapması için hiç bir zorunluluğu yokken. Bi nevi mazoşizm hali. Öyleydi bugün benimki de.

Çok ciddi söylüyorum, ortaokulda bile yapmadığım geyikler dönüyor. Aslında dönemiyor bile. Zoraki döndürülüyor ve bir yerde tıkanıyor. Arkadaş çevrem ultra elit falan değil ama içinde bulunduğum en baygın muhabbetlerden daha beter. 7 erkek toplansak, hiçbirimizin sevgilisi olmasa Ezik olsak falan (Ulan şimdiki durumumuzu özetledim falan sanmasın şimdi millet. Vallahi öyle birşey yok. Yani en azından hiçbirimiz ezik değil ahah).. Yok vallahi yine bu kalitede bir muhabbet çeviremeyiz biz.

Bi de elemanlardan biri worms'u inatla vörms diye okuyor ya. 10 dakika sonra da ard arda 3 cümlede Bettlejuice'den bahsedip "Bettlejuice beter böcek demek arkadaşlar" diye açıklama yaptı. Aferim sana tosunum.

Bi de dinliyor insanlar bunları. "Cehennemden çıkmak için ne dersiniz" gibi birşeydi günün sorusu. E-mail ve sms atıp programın kalitesine yakışır cevaplar vermiş insanlar da.

"Arkadaşa bakıp çıkacaktım". Bunu yazan insan sana söylüyorum. Seninle beraber kaç kişi aynı mesajı atmıştır hiç düşündün mü bi kez olsun?

Şöyle diyeyim; Bu programı bir kez baştan sona dinlemek mi yoksa yeni Recep İvedik filmini izlemek mi diye sorsanız tabi ki hiçbiri derim. İlla ki seçeceksem Recep İvedik derim.

Of içim sıkılmış.

Yazmak

Yazmak, içinden geçenlerin bir şekilde dışarıya atılması. İçinde birikip seni tamamen doldurmaması için.

Zehirli bir yılan tarafından ısırıldığında ısırılan bölgedeki zehirli kanın hemen dışarıya atılması...

Karbonmonoksit ağırlıklı gazın arabanın egzozundan dışarı çıkıp havaya karışması gibi.

Çok biriktirmezseniz yazacaklarınızı, pek farkedilmeyen, sayıca fazla ama kendileri minik şeyler çıkıyor ortaya.

Kanı hemen dışarı attığınızda kalan küçük sızılar...

Egzozdan çıkıp havaya karışan, sadece arabanızı muayeneye götürdüğünüzde elinize tutuşturulan emisyon ölçüm sonuçlarına bakarken gözünüze çarpan karbonmonoksit miktarı gibi.

Çok biriktirirseniz içinizdekileri yazmadan önce, daha ağır şeyler çıkıyor ortaya. Daha yoğun. Şiddeti yaşadıklarınıza, onları yazmadan önce beklediğiniz süreye göre değişen bir patlama.

Vücudunuz uyuşmaya başlar eğer zehirli kanı boşaltmaz da onun damarlarınızda gezmesine izin verirseniz.

Egzoz borusunu bir patatesle tıkarsanız ya biriken gazların artan basıncıyla birden fırlar o patates, ya da o gazlar boğar içinden çıktığı motoru.


Belki de bu yüzden, çok bekletmemek lazım içinden dürtenleri.

Minik minik, dikkat çekmeden yazılsa da onlar; bulurlar yine birbirlerini. Toplanırlar bir yerde hep beraber. Ve bulunup okunduklarında anlarsınız aslında o yazıların onları yazan size neler ifade ettiğini.

Kimseye görünmeden egzozdan uçup giden gazların görece daha yüksek biryerden şehri izlediğinizde şehrin üzerine nasıl kalın bir tabaka halinde örtüldüğünü farkettiğiniz gibi.

Kimseye zararı olmayan Mc Donald's ketçabı bile beklemediğiniz tepkiler veriyor fazla sıkıştırınca.

Ben boş patates kutusunu tutuyorken, eski sevgilim de ketçabın -normal şartlardaki- çıkış yönünü kutuya doğru nişanlayıp katçap poşetini diş macunu tüpü gibi kıvırırken beklentimizin aksine yanlardan fışkıran ketçapların 3 masa öteye kadar gitmesiyle test etmiştik bunu da. Biz kaçtıktan sonra o masada oturanlar farketmiş miydi acaba ketçabın nerden geldiğini.

Gece

Çoğu insan için ürkütücüdür gece.
Karanlıktır, seçemezsin etrafında olan biteni tam olarak.
Sessizdir, korkarsın ya biri o sessizliğin içinden sincice yaklaşıyorsa arkamdan diye.
Soğuktur gündüze göre, içini ürperir.
Tenhadır, daha yalnız hissedersin kendini gecenin içinde.

Ama güzeldir gece.
Yararlanmayı bilirsen bazı şeyleri çok daha kolay farkedersin gündüze göre.

Virajda sollamaya çıktığında karşıdan gelen arabayla burun buruna gelmeden önce onun farlarını görürsün.
Gündüze göre daha kolay farkedersin sana sinsice yaklaşmaya çalışan insanları. Gündüzün karmaşasında rahatça hareket edebiliyorlarken gece çıkardıkları en ufak ses ele verir onları.
Daha mahremdir gece. Herkesi özel alanına almak zorunda değilsindir.
Gündüzleri şu ya da bu şekilde muhattap olmak zorunda kaldığın insanlarla arana set çeker karanlık.

Belki de hepsinden önemlisi. Çok daha kolay farkedersin sana göz kırpıp işaret gönderen ışığı. Yanıbaşında da olsa, uzakta, dağların arasına gizlenmiş minicik bir ışık da olsa farkedersin onu.

Gündüz öyle midir ama. Uzaktaki minicik ışığı bırak, şık spotlarla aydınlatılmış koca tabelalarda sana el sallıyor da olsa farketmeyiz o işareti.
Günün aydınlığında, günün koşuşturması ve kalabalığında farkedemeyiz o ışığı, hergün önünden geçtiğimiz koca billboardda duruyor olsa bile.

Gecenin soğuğu...
O da kolayca geçer sana göz kırpan ışığının yanına ulaştığında.

Şudur tek sorun.
Işığın mıdır o gerçekten? Senin için midir?

Yoksa yaşadığın şey gecenin zifiri karanlığında başka ışık bulamıyor olduğun için onu sahiplenmenden mi ibarettir?

20090121

Mum



Rndg

Günün şarkısı. Dünün şarkısı da var ama sonra yollayacağım.

Edit: Günün şarkıları



Yön Levhası

Saygıdeğer yön levhası, ışıklı tabela, adın her neyse.

Hani AKICI idi 1. Köprü?

Zaten bir elin direksiyonda, diğer elin de tırnaklarını kemirmek üzere dudaklarının üzerindeyken hoş bi hatunla gözgöze gelmenin üzüntüsünü yaşadım yeterince.

Market

Sevgili Blog,

Ofisten çıkınca tam teşekküllü bir markete gidesim var ama yine üşenir miyim bilmem. Cidden bıktım Şok'tan, Bim'den, falan filandan.

Beni üşendiren markete gitmekten ziyade kasada sıra bekleyecek olmam düşüncesi aslında. Nasıl da uzun cümle kurasım var bugün.

10

Şu andan itibaren bi 10 dakika konuşmasa çevremde kimse.

Benim ilgilenmediğim birşeyleri anlatıp durmasa bana. Kestirip atmak için monitörden gözümü ayırmadan "Hıı" dan başka birşey söyleme durumunda kalmasam ya da telefonda sorulara verdiğim cevaplardan inatla yeni sorular türetildikçe zaten pili bitmek üzere olan telefonumu kapamak için sürekli hayır cevabını vermek zorunda kalmasam.

10 dakika.

Rahatlayacağım.

Naber Cezmi?

Bir süredir aklıma gelen otu boku buraya yazmaktan gayet memnunum.

Ancak Teomanvari benzetmeler yapıp Cezmi Ersözvari yazılar yazmayı da özledim galiba.

En son Him'in şarkılarının anlamlı geldiği zamanlar yazmıştım sanırım o tarz şeyleri.

Here I go

Şu tepede "Here I go, playing the star again" olarak duran ve blog başlığım için yeterince özlü olduğunu düşündüğüm o cümleyi "İçsel dünyamın dışsal izdüşümü" falan diye değiştirsem mesela.

Ciddiye almayın bunu.

Beklemek

İnsan birşeyi neyi beklediğini unutacak kadar uzun süre bekler mi?

Ben bekledim.

Hayatımın aşkını falan beklemedim öyle merak etmeyin. Taa 2.5 yıl kadar önce, işe ilk başladığım zamanlar servis öyle geç kalmıştı ki (1.5 saat kadar) ve ben öyle dalmıştım ki beklerken önümden geçen insanları, sağı solu gözlemeye; bi an cidden "Ben burda napıyorum?" diye sormuştum kendime.

Gelmişti servis yalnız.

Facebook

Evet Facebook, yine ben.

Günde bilmem kaç kez giriş yapıyoruz ya facebooka. (o kadar samimi olmuşum ki özel isim yerine bile koymuyorum kendisini dikkat ederseniz.) Aslında login (Giriş yap?) butonunu "Yine Ben" olarak değiştirseler ne güzel olur. Hatta logout butonunu da "Bu kapıdan bi kez çıkarsan bi daha geri gelemezsin" şeklinde değiştirmek lazım.

Bu eksiklik sayılmaz tabi ama geliştirilmesi gereken bir durum bence.

Facebookta tespit ettiğim asıl eksiklikse şu. Şimdi millet arkadaş listesine yeni arkadaşlar eklediğinde "Merve ve Seda arkadaş bulucuyu kullanarak arkadaş oldu" gibisinden uyarılar çıkıyor ya. İki insan duygusal bir ilişkiye başladığında da çıkıyor benzer uyarılar.


Peki iki insanın arasının bozulduğunu belirtir uyarılar neden yok? (Şımarık kızlar gibi "nedaağn" diyesim geldi burda)

"Esra ve Aslı, Esra Aslı'nın arkasından rüküş dediği için küstü"

"Ahmet ve Hasan, aynı hatuna yazdıkları için araları bozuldu"

Amorf

Başlık bulmak konusundaki yeteneksiziliğimin ben de farkındayım. Karar verdim, artık yazılarımda o an aklıma gelen en şekilli kelimeyi kullanacağım başlık olarak. En şekilli dedim ya kesin Odun falan gelir aklıma o an. Ya da ne bileyim, amorf gelir mesela. Heh! Tamam, oldu. Ne güzel başlık.

20090120

Gerzek

Bazı şeyler tesadüf değildir bence.

Yemekteyiz

Bugün Yemekteyiz adlı programda ev sahibi rolü oynayan hatun -ki adını bilmiyorum, tv sessizde şu an- fazlaca esmer tenini bastırmak istercesine bembeyaz döşemiş evi, bembeyaz da giyinmiş.

Kafasına da ananemin TV üzerine örttüğü dantellerden örtmüş.

Işık

Biliyorum gökdelen gibi oldu.

a4 a5

a10 a7

a8 a6

a3

Rapstar

Bi bu eksikti, o da başlıyormuş Star'da.
Sonumuz hayrolsun.

Sabun

Tasarım faciası değil de nedir bu?

20090119

Adı Yağmur Olan Şarkılar

Başlık "Adı Yağmur Olan Şarkıların Vasatın Üzerinde Olması" şeklinde olacaktı ama Feridun Düzağaç şarkısı ismi gibi olacağını düşünerek kısalttım.

Az önce düşündüm de, var böyle bir şey.

Cem Adrian'ın yağmuru var, gayet başarılı bence. Bülent Ortaçgil'inki de hoştur. Teoman'ın yağmuru var ki çok keyif alırım dinlerken. Sonra Erkin Koray'ın yağmuru var, o da güzel. Şebnem ferahın yağmurları vardı, o da vasatın üzerindedir bana göre.

İlk aklıma gelen yağmur şarkıları bunlar. Kurcalasak daha çok çıkar mutlaka ama vardığım bu yargıyı ne kadar etkiler bilmem.

Yalnız kesin Ayna'nın ya da Kıraç insanının da yağmur diye bi şarkısı vardır, çürütür güzelim genellemeyi orta yerinden.

SoS falan

Şu blogu daha okunabilir bir görüntüye kavuşturmak için insan camiasından gelebilecek her türlü yardıma açık olduğumu bilmenizi isterim.

Şimdiki halini ben değiştiremiyorum çünkü:

1. Üşeniyorum.
2. Şimdiki halinden de kötü görünebileceği ve eskiye dönmeye karar verip tekrar uğraşacağım ihtimalini düşünüp daha çok üşeniyorum.

İnsanlık namına.

Y.Ç

Bütün ol ayrı tut kendini. Çünkü öyle, zaten öyle.

x y ise

Var ya öyle bir muhabbet,

"x (yapmak) y (lik) ise evet kabul ediyorum ben y'yim."

Türk filmlerinde, şarkılarda falan geçer genelde. ya da bana öyle gelir, güncel hayatta kullanımına rastlamadım çok şükür.

Rastlamayayım da lütfen, ezik bi replik gibi gelir bana hep.

x ve y'ye değer verelim hadi;

"Sevmek aptallıksa evet ben aptalım"

"Ders çalışmak ineklikse evet ben ineğim"

Hiç hoş durmuyor.

Dream Cars

Sabah gelirken çektim bunu fotoğraf çekerken adamın plakasını öpme pahasına. Küçümsemek falan değil tabi ki amacım, ama sol taraftaki "Dream Cars" kelimelerini görünce de insanın beklentisi yükseliyor tabi biraz.


20090118

Yemek

İnsan yemek yemek için 45 dakika bekler mi?
Beklemek dediğim bir mekana gidip masaya oturup sipariş verdikten sonra yemeğin gelmesini beklemek degil. Mekanda boş masa olmaması -ve önümüzde masa bekleyen başka insanların da olması- sebebiyle ayakta, bi köşede masa boşalsa da otursak diye beklemekten bahsediyorum.

İnsan olan beklemez ama biz bekledik. Neymiş;

"Abi adam gibi bir yerde düzgün bir yemek yiyelim"

Yiyemedik de zaten. 45. dakikada (futbol programı ismi gibi oldu) çıkıp başka bi mekana gittik, bir 15 dakika falan da orda bekledik. Sonrasında doyduk çok şükür.

Hayır git Burger King'de ye adam gibi. Boş masa bulamasan oturanlardan birini poponla kenara ittirip otur falan.

Gençler

Erman'la yanyoldan gidiyoruz sakin sakin. Yağmur da yağıyor zaten. Bu yanyol kelimesi de hala garip geliyor bana. Sanki çevreyolundan gidemeyen ezik kesimin kullandığı yolmuş falan gibi.

B: Aa çevirme mi var orda napıyorlar.
E: Bilmem
Polis: Gençler hayırdır nereye böyle yanyolda tersten tersten
B: Aa ters yön mü burası memur bey. Biz çevre yoluna çıkacaktık.
P: Hiç mi farketmediniz millet üzerinize üzerinize sürerken. Kimlikler. Ne iş yapıyorsunuz siz.
B: Mühendisiz.
P: Nereye gidiyorsunuz
B: Bostancıya gitmeye çalışıyoruz
P: Geri dönün, ilerden sağa.

Dikkatliyimdir de halbuki. Trafik işaret ve işaretçilerine uyarım falan.

20090117

Facebook Grupları

Türk insanı olarak Facebook adlı güzide sosyal platformda kurulan grupları fazla mı ciddiye alıyoruz ne?

Gün geçtikçe daha sık görmeye başladım açıklamasında "Listendeki herkesi davet etmeyeceksen katılma" şeklindeki uyarılar olan grupları. (Saf, bir üye bir üyedir işte, niye böyle kısıtlarsın ki)

Girip bakıyorum gruba, 3 admin, 20 officerları falan var. Bunlar allah bilir görev dağılımı yapmıştır "Abi bugün 20 üye kaydı yaptım", "çok iyi abi ben de bugün yeni tartışma konuları açtım hadi çok iyi gidiyoruz" benzeri konuşmalar eşliğinde. Hatta söyliim ben size, bu grupların officer konumundaki insanları nöbetleşe grubu bekliyordur.

- Aşkım bugün grupta 12:00-02:00 nöbetim var, bu gece yoğuşamıcaz.
- Ama aşkım ben sana yeni babydoll'ümü göstericektim
- Olmaz, nöbet kutsaldır.
-Böhü

Grup tanımları falan da o kadar gaz ki. "Hadi Türk gençliği, bilmemkime kim olduğumuzu gösterelim". "Üye sayımızla bilmemkimi şaşırtalım."

Gerçi grup kurucularına bi şekilde hak veremek lazım. Ne kadar çok sazan üye olursa tek tıkla tüm gruba gönderdikleri reklam mesajlarının etkisi o kadar fazla oluyor. Üye sazanlara şaşmak lazım.

Dikkat ettiyseniz , "Size kim tıklamış görmek için tüm listenizi davet edin" gibisinden gruplardan bahsetmedim bile.

Tamam ben 2-3 grup kurdum Kel değilim saç yapım böyle, Ben kıraç'ın lost'un müziklerini yapabilme ihtimalini sevdim, Bu yıl Eurovision'da işimiz zor ve ötesi, vs şeklinde. Ama davet de etmedim yani kimseyi.

O değil de az önce "Gay olmayan sabırtaşı yazarlar" grubunu gördüm az önce. Sözlükte nasıl içlerine oturduysa artık.


Oeh

Şimdi bi arkadaşın telefon konuşmasına tanık oluyorum. Annesiyle konuşuyor.

- Evet biz erken yatıyoruz. 8'de falan.

8 derken akşam 8, 20:00 yani. Benim bi zamanlar yaptığım, şimdi de özlemle andığım gibi sabah 8 falan değil.

İnsan 8'de yatar mı abi?

Coca Cola

Başıma geleceği biliyorum ya, sabah (az önce) elimdeki cola kutusunu montumun cebine tıkıştırdım.

Ama gördü biri.

-Sabah sabah cola mı içeceksin?
-Mideni delersin
-İsrail'i protesto?
-Sabah içme demedim mi şunu sana (hayır annem değil bunu söyleyen)

15 dakika muhabbeti döndü ben "tamam ya içmicem" diye kestirip atmaya çalıştıkça. İçmiyorum da zaten, dizdiler boğazıma.

20090116

Katıla Katıla

Katıla katıla gülmek de garip bir deyim. Tamam katılmak kelimesinin o şekilde de bi anlamı var da, insanın aklına ister istemez şöyle bi sahne geliyor;

A: ahhah hahah haa (tav olmaya hazır şuh bi hatun kahkahası düşünün) evet Ersin katılıyorum sana.
E: hahahahaha ben de sana katılıyorum Ayşin, çok yerinde bi tespit.
F: Ben ikinize birden katılıyorum ahahahahahah, hadi o zaman threesome


Mesela katıla katıla somurtmak diye bir şey yok. Niye? E bi laf dalaşı, tartışma vs anında katılmıyorsun ki karşındakine. Katılmayarak somurtuyorsun işte;

A: Bu konuda hiç katılmıyorum Feride hahha haha haa
F: Ben de sana hiç katılmıyorum Ayşin ahahah

Böyle olmuyor bakın. Katılmadan gülünce yapay duruyor.

Reklam

Eski bir atışma gerçi, ama Türk reklamcılar da şöyle şahane fikirler bulsa da eğlendirseler ya bizi.



Çocukluk Yanılgıları

Küçükken, muhtemelen ilkokul çağlarındayken, salaklığın ötesine geçen bi huyum vardı.

Aklımdan geçen birşeyi unuttuğumda o ana geri dönmeye çalışırdım beynimde. Ne bileyim mutfaktan salona giderken aklıma anneme birşey söylemek geldi ve unuttuysam, mutfaktan salona kadar tekrar bi giderdim beynimde.

Buraya kadarı salaklık değil aslında. İşe yarıyor olabilir sonuçta.

Ama bu yöntem işe yaramazsa abartıp mutfağa fiziksel olarak geri giderdim. Hem de geri geri giderdim ki yöntemin etkisi artsın, o anki görüş açım aynı olsun falan. Bilmiyorum işe yarıyor muydu.

Sabah işe gelirken aklıma bloga yazmalık birşey gelmişti de. Unuttum şimdi. Tam da yeditepenin önündeki kavşaktaydım o sırada. Geri geri gitsem mi oraya?

Tek Kelimeyle

Sağda solda ara sıra duyardım. Facebook da pörtleyince, fotoğraf yorumlarında falan, daha sık karşılaşmaya başladım şu kalıpla: "Tek kelimeyle x"

Kardeşim, "tek kelimeyle" yazmak için bile iki kelime harcıyorsun. Ne gereği var, muhteşem de madem direk. Uğraşma lafını pekiştirmek için.

Hayır illa ki öyle bi şekil yapıyorsan "Bunlar da dahil altı kelimeyle muhteşem" falan yaz da tam olsun.

Çakmak

Telefonda;

B: Oğlum çakmağımı alamadım hala senden.
E: E görüşemiyoruz ki.
B: Hani arayacaktın haftaiçi?
E: Ben değil sen arayacaktın.
B: ...Sen onu kargolasana abi bana. Bi günde gelir işte.

Erdemi ihmal etmemeye özel gösteririm işte böyle. Kargolamasını istemem de kıyamadığımdan, yorulmasın diye.

Ama cidden iyi bi fikirdi bence kargo.

Balık

Zeynep'le konuşurken şöyle bir laf ettim, tarihe geçebilir. Hatta artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

"aslında düşününce çiroz da balık ya, çiroz gibi insanlar da balıketli oluyor bi bakıma."

20090115

Facebook Falan

Facebook'ta "People you may know" kısmında sıralanmış insanların arasında profil resmi olarak soyadının word, excel vs. de bulunan wordartta yazılmış halini kullanan bi insan var. soyadını verip ifşa etmeyeyim tabi şimdi ama şöyle bir profil resmi aşağı yukarı:

Orjinalinin rengi de farklı. Çok orjinaldi, tutturamadım o tonu.


Aynı listede Emel Müftüoğlu insanı var bi de. Bakmadım kaç arkadaşımız ortak.

20090114

Söyle

Buro Bey, bize Söyle'den bi kuple yazar mısınız?

Pek tabi. (Gerçi daha önce de yazmıştım sanırım.)

O zaman öfkeyle siyaha dönersin
İçindeki korkuyla yeşile
O zaman acıyla mora dönersin
İçindeki gururla griye.
Söyle, söyle
Söyle, ah söyle
Yalnız kalır mıydın yine?

Sözlerin şu şekilde de bir dayanağı vardır ki zevkten dört köşe olmuştum öğrendiğimde.

Kırp

Saçlarımı kesmem gerektiğini farkedeli bi hafta olmuş tam. Hala tık yok.

Teoman'ın Yazgı diye bi şarkısı vardı bi de. O aklıma geldi durduk yere.

20090113

Avize

Avizeler tavana değil yere monte edilse daha güzel olacak sanki.

IMG_12222

20090112

AY

"Ay ne güzel doğdu bugün" demişti dün bir arkadaşım.

Şimdi hem Güneş hem Ay gibi.

Mikdodalga

Yaklaşık bir haftadır bir mikrodalga fırınımız var.

Ama biz geldiğinden beri kendisinden nasıl faydalanıyoruz?


Antrede duran bir sehpa olarak.


İletişim

İletişimde Kampanya:

İki dakika susana üçüncüsü bedava.

7'den 70'e

"İnsan 7'sinde neyse 70'inde bunun 63 yıl yaşlısıdır."

şeklinde bir özlü söz icat etmiştim küçükken. Ama cidden küçükken. Ortaokulda falandım. Pek tutmadı nedense bu söz. Popüler kültürün, hızlı tüketim çağının kurbanı mı oldu nedir?

Not: Nazlı bunu okursan yorumlarını burdan yapma canım, rezil etme beni.

Soğuk

Ice age coming
Ice age coming

We're not scaremongering
This is really happening

20090111

Mum

Farkettim ki fotoğraf çekerken kullanırım diye gördüğüm yerde aldığım mumların haddi hesabı yok. Odama gelsen baksan mum yakıp adak adanan bir türbenin mum tedariğinden sorumlu lojistik departmanı dersin. 200 tane falan var sanırım.


Üç beş şanslı mumu fotoğraflayayım dedim ama pek başarılı olmadı.

Dilber Koçarslanlı

Millet bu karakterin nesine bu kadar gülüyor çözemedim hala. Hayır arkadaşlarım arasında da var bu tipi beğenenler. Komik değil ki ya, bi "Hoşşik" bi de "Dıkkandım" diyor. Buna gülüyorsanız ben de derim. Valla bak.

Avrupa Yakası'nı 2. sezondan sonra olsa da olur olmasa da olur şeklinde izliyorum zaten. Her ne kadar mevcut en iyi yerli dizi olduğu kabul edilse de Gülse Birsel eskisi kadar başarılı değil bence yazmak konusunda. Kitaplarında da öyleydi zaten. İlk kitabını severek okumuştum kaç yıl önce. Sonraki kitaplarında 10 sayfada bi nasıl kaliteli eğitim aldığını ya da boyunun ne kadar uzun olduğunu belirtir cümleler görmekten baygınlık gelmişti.

Gerçi bu garip konuşma tarzlarını kullanarak insanları güldürmek Avrupa Yakası'nın ilk sezonundan beri var. Az mı çektik "Oha oldum" diyen hatunlardan. Burhan zaten ayrı bi muhabbet. Bu sefer Gülse Birsel insanı Türkçe'yi bozduğu konusundaki eleştirileri dikkate almış olacak ki Adana'lı birini çıkardı. Türkçe'yi bozdun diyen olursa "Ama bu Adana şivesi, adanada insanlar böyle konuşuyor" diye kendini savunacak bariz.

Binnur Kaya'yı da takdir ederim aslında ama Dilber Hala tiplemesi cidden komik/eğlenceli/yaratıcı değil.

Günün Şarkısı

Travis - Quicksand.

Nası da keyifli.

Ayrıca şarkı yerine parça denmesine sinir oluyorum. Dikkat edin diyenlere demiyorum, denmesine diyorum (Ahmet Çakar Mode: ON)

Tüfek vs Coca Cola

Klasik bi laf var ya, Çehov'unmuş sanırım;
"Bir hikayenin başında duvara asılı bir tüfekten bahsediliyorsa o tüfek hikayenin sonuna kadar patlamalıdır" gibisinden.

Benzer bi tespiti Coca Cola için yaptım. Zaten yıllar önce yapmıştım da dile getirmek yeni aklıma geldi. Bu da tarihe geçsin lütfen:

Bi Coca Cola şişesi açıldıysa o şişe hemen bitmelidir.

Öyle kapagını sıkıca kapa, bi saat sonra açıp tekrar iç falan... Hiç olmuyor inanın. Şerbet için daha iyi.

SC

Simcity

20090110

The Cardigans

3 Tane. Akustik.

My favourite game ve Erase & Rewind'da adamların müzik yaparken ne kadar zevk aldıklarını görün gitaristin yüzünde.

For What It's Worth'de de Nina Persson bildiğin elf. Ki "Nina gibi eşim olsun, 100 milyar borcum" olsun yazmışlığım vardır zamanında kişisel ileti olarak.





Kırmızı Işık

Yayaların düğmeye basarak kendi yönlerine yeşil hale getirdikleri trafik ışıkları var ya.

Arabadaysanız o ışıklarda en ön sırada beklemek eğlenceli oluyor bazen. Özellikle hatunsa karşıya geçen kişi, nası triplere giriyor şaşıp kalıyorum.

Hani herkes onu bekliyor ya. Herkesin gözü de onun üzerinde. Bizim hatun da bi havalarda, sanırsın yaya geçidi değil podyumda yürüyor. Saçları savurmalar falan böyle. Herkesin kendisine baktığından da çok emin. Evet bakıyor herkes ama "Oha taş" demekten ziyade "Bi karşıya geçeceksin hepimizi bekletiyorsun" diye içlerinden saydırıyorlar genelde.

Yaya geçidi mankenleri sizi.

Alışveriş

Ben bunalmışım sanırım. Normalde ihtiyacım olduğu zamanlarda bile alışverişe çıkmak işkence gibi gelirken bugun tuttum Ikea'ya gittim hiç işim yokken.

Çıktım şirketten. Şöyle salak bi huyum var benim. Araba kullanırken kaptırıyorum bazen. Gidiyorum böyle gitmeye alışık olduğum yoldan.

Bi kez crossroads'dan (ordaki barmaid hala duruyor mu ki?) Zodiac'a gitmek üzere çıktık. Tam ters yöne dönünce Levent uyardı nereye abi diye. Söylemese ben eve gidiyordum çünkü crossroads'dan çıkınca eve gitmeye alışmışım. Geri döndük. Bi süre sonra Levent "E abi nereye!?" dedi. Farkettim ki bu kez de onun eve yönlenmişim.

Oluyor böyle. Bugün de eve gidiyordum yine nerdeyse. Neyse ki ulaştım Ikea'ya kazasız belasız.

Üst katta hiç oyalanmadım zaten. Aşağıda mum falan baktım. Cam bişiler almam lazım, kase gibi ama ne biliyorum ne de bulabiliyorum almak istediğim şeyi. Aldım 3-5 bişi.

Sonra D&R'a gittim. Arkadaşımın tavsiye ettiği bir kitabı almak için. Yalnız ne kitabı ne de yazarını hatırlayabildim. Yazarın başka bi kitabını hatırlıyordum gerçi. Orda bi bilgisayar buldum hesapta önce o hatırladıgım kitaptan yazarı, sonra da yazarın diger kitaplarını bulacağım liste halinde. Kaptırmışım baya, suratsız bi görevli gelip o bilgisayarın o iş için kullanılmadığını söylemese amacıma ulaşmak üzereydim. Cidden suratsızdı D&R çalışanlarının çoğu. Ben de kızdım almadım kitap falan. Idefix den sipariş edicem ayağıma kadar gelir nasılolsa.

Ama cd aldım. Ödemeyi yaptım ama kasadaki eleman da suratsız. Yüzüme fırlatır gibi koydu önüme para üzerini ve fişi. Kızdım ben de. Para üzerini aldım, fişi ittirdim önüne. Ben dönüp giderken göz ucuyla gördüm fişin adamın önünden yere düştüğünü. Böyle tribal bi halde çıkmak üzereyken farkettim ki trip atıcam derken cdyi almamışım. Döndüm aldım. Bildiğin rezil oldum.

Çok kısa bi an "Sinema?" diye bile düşündüm. Yok artık dedim. Hayatta hazzetmem yalnız sinemaya gitmekten.

Real'e uğradım sonra. Ve mal mıyım neyim, çıkana kadar Carrefour'da dolaştığımı sanarak dolaştım Real'de.

Aldığım zımbırtıları fotoğraflayacağım şimdi. Bakalım güzel birşeyler çıkar mı.

Keyif

Hepsi beraber çok güzel olacak şimdi.


Soru Eki

Bana sorulan bir soruya cevap verdikten sonra soru soranın soruyu sormasının gerekçelerini açıklamaya başlaması (unutma, unutulanlar unutanların unuttuklarını asla unutmazlar evet) sinirimi tepeme çıkaran çok az durumdan biridir. Böyle anlatınca pek olmadı tabi, örneklemek lazım.

- Abi acıktın mı?
- Yok abi acıkmadım daha.
- Sabah da kahvaltı yapmamıştın ya o yüzden sordum.
- Acıkmadım.
- Sabah genelde kahvaltı yapıyordun da sen.. gerçi kahve içtin iştahını kestiyse..
- Aaa-cıkk-maaadım!

diye bitiresim gelir ama öyle yapmam pek. Çok güzel bi örnek olmadı, anlayın artık siz.
İş arkadaşım çok yapar bunu. Abicim soruyu sormuş cevabı almışsın. Bana ne ki soruyo neyi düşünerek sorduğundan, cevabının ne işine yarayacağından. Kaldi ki ben de tahmin edebiliyorum senin onu neyi düşünerek sorduğunu.

Annem de yapar ara sıra da olsa telefonda. Ona kızamam, canım.

Bir de şey var yine böyle deli eden. Soru sorarım, cevabı anladığımı belirtirim ama karşımdaki inatla açıklamaya devam eder.

- Karşıya geçmek için köprüyü geçmek gerekiyor mu?
- E tabi, iki köprüden birinden geçeceksin.
- Tamam sağol.
- Fatih sultan mehmet ya da boğaziçinden geçmen gerek yani.
- Anladım.
- Köprüyü geçince karşıya geçmiş oluyorsun zaten. dümdüz git köprüde biyere sapmadan.
- Ayı görürsem de dayı diim mi?

Bu kadar saçma olmuyor tabi benim sorum ama ardından dönen muhabbet bu kalitede bir şey oluyor işte.

Cumartesi Cumartesi

Cumartesi günleri çalışmak cidden berbat bir şey. Ayrıca çalışamıyorsun da zaten. Bugün de geçmiş cumartesilerin çoğunda olduğu gibi mayış mayış oturuyorum ve çok az iş yapıyorum. İş de olmuyor pek yapacak.

Başım da ağrımaya başladı, cumartesi günümün kalanını rezil edecek kadar artmaz umarım.

"Toplantı" kelimesi de berbat bi kelime bence. Hani böyle insanların kendilerini çok büyük iş yapıyormuş gibi göstermek istediklerinde kullandıkları bir kelime gibi.

Bi de dün düşündüm, "bloga çok fazla kişisel şey yazmaya başladım" diye. Sonra dedim lan zaten bu bloga o yüzden taşınmadın mı, kişisel yaz anlayan olmasa, sıkılıp okumayı bırakan olsa da olur. Ben şunları ilerde okuyunca hatırlayayım da bu anı.

Fısıltı

"İnsanları iyi ki sadece yaptıkları ve yazdıkları için yargılıyorsunuz," dedi şeytan.
"benim gibi içlerinden geçirdikleri için yargılasaydınız mother theresa'yı bile alenen kurşuna dizerdiniz."

Şeytanın Fısıldadıkları'ndan. 2 gün önce bakındım evde, bulamadım kitabı. Tekrar alıp okumalı.

Recep İvedik

Bu filmin yenisi geliyormuş ya şubatta mı ne. Kabus gibi.

İlk filmin toplam 20 dakikasını falan izledim. O da o an bulunduğum ortamdan dışarı çıkamadığım ve izlememek için aklıma gelen tek çözüm olan gözlerimi kapayıp "duymuyorum kii duymuyorum kii" diye bağırma fikrini pek mantıklı bulmadığım içindi. Bi nevi mecburiyettendi yani. Şöyle de bi yorumum vardır filmle ilgili. Zamanın ötesinde.

Hiç bir şey beğenmeyen sinema eleştirmenleri gibi yaklaşmıyorum tabi ki olaya. Kötü filmlerin de izlenmesi taraftarıyım ben. Söz konusu film için de "Çok küfür ediyormuuuş" gibi bi sebep bulmadım izlememek için.

Şahan Gökbakar insanına güldüğümü hatırlamıyorum hiç. Taa ilk piyasaya çıktığı zamanlar yarı-ulusal bir kanalda yaptığı adını hatırlayamadığım programından beri gülmedim. Nitekim bi saygım vardı adama. Eğitimli oluşundan ya da Ankara'da okumuş oluşundandır belki de.

Ama kendisi hep "Küçük Levent Kırca" oldu benim gözümde ki Levent Kırca'ya da bir kez bile güldüğümü hatırlamam. Sanırım tipleme yaparak, sloganımsı geyikler bularak insanları güldürmeye çalışan sanatçılardan hoşlanmıyorum. (Örnek: Recep ivedik tiplemesi işte ötesi mi var. Bir de mesela Oya Başar'ın Levent Kırca'ya söylediği "Ne Koydun lan kafana" repliğini hala duyarım sağda solda, midem bulanır)

Hani güldüreceksen zekice yapmalısın bunu. Kimsenin yakalayamadığı biyerden yakalamalısın olayı ki farkın ortaya çıksın. (Ben böyleyim mesela, ahah)

Neyse işte. Recep İvedik'in gösterime girmesinin üzerinden sanırım bir yıldan fazla zaman geçmiş ve çevrede bıraktığı etki daha yeni yeni azalmaya başlamışken ikincisinin yolda olduğunu bilmek cidden iç sıkıcı bi durum.

Düşünüyorum, 1 ay sonra birisi "Bıttırıbıt mı? zzzzt erenköy" kalitesinde bi espri yapacak mesela bana. Ben anlamaz gözlerle suratına bakınca açıklayacak "Recep ivedikte böyle diyordu ya". Sen izledin diye ben de izlemek zorundayım sanki di mi? Hayır bi de baksan son bir yıl içinde izlediği tek film odur muhtemelen. (O değil de ben de çok seyrek gidiyorum bu aralar sinemaya. Üzücü.)

Filmde geçen ve sadece geçtiği yerde kalması gereken bu espriler 1 yıl kadar ortada gezinecek yine. Ben yine filmi izlemeyeceğim. Yine işkence gibi gelecek bu diyaloglar.

Yoksa bu kez izlesem mi filmi. En azından dışarda millet geyiğini yaparken çok yabancı gelmez bana.

Recep İvedik'in Turkcell reklamlarında boy göstermesinden bahsetmek bile istemiyorum. Vodofone yapsın, Avea yapsın ama sen yapma be Turkcell.

Blog

"Blog insanın kendine yakışanı giymesidir" diye arattım googleda. 2 sayfa mı 3 sayfa mı ne sonuç çıktı. Beklemiyodum ben o kadar.

20090109

.


Eyvah

Bi blog (bu değil) bozulabilir mi çok kurcalayınca?
sanırım ben bozdum az önce bi tanesini. bi yamuldu garip oldu falan.

Cuma Akşamı

Take me out tonight
Where there's music and there's people
Who are young and alive.

Raindog da ne güzel söylerdi bunu.

Bir de yeri gelmişken, I am the highway videosu ekleyeyim eve gidince. Unutturma blog.

Ekliyorum ve diyorum ki, bu şarkıya bu kadar güzel bir video çekilir mi. Tam yol şarkısına tam yol videosu.

Sek sek

"Sekmeli gözatma" ne kadar garip bi terim. Tamam aşinayız Windows Türkçesi'ne ama buna alışamadım bi türlü. Hani gelip bana "internette öyle bi surf yapacaksın ki sayfadan sayfaya sekeceksin" denmişcesine bi baskı hissediyorum üzerimde.

Zaten bu Windows'u ingilizceden türkçeye çevirtmek için tavuk çevirmeyi chicken translete diye çeviren adamı kullanıyorlar muhtemelen.

Paranoya

Takip ettiğim bloglarla beni takip eden blog sahiplerini listelesem diye düşündüm burda. Takip ettiğim bloglar için de "Paranoyak olman takip edilmediğin anlamına gelmez" diye başlık atasım geldi. Sonra çok klişe olur diye vazgeçtim. Sonra sözde de tereddüt ettim zaten. Takip edilmemen paranoyak olmadığın anlamına gelmez, paranoyak olmaman takip edildiğin anlamına gelmez, vs türlü kombinasyonlar geldi aklıma.

Sonunda blogda birşeyler yazabiliyor olmam şaşkın olmadığım anlamına gelmez diyerek sonlandırdım hevesimi.

Güneş

Şirketteki odamın camında perde ya da jaluzi kıvamında bir şey yok şuan. Ve Dünyanın güneş çevresinde hareketi sebebiyle kuzey yarım kürede kış mevsimini yaşıyoruz şu günlerde (durumu nasıl da bilimsel açıkladım. Hatta bkz: eski blogum, mevsimler nasıl oluşur? ama ciddiye almayın orda yazanları nooolur)

Neyse, güneş yaklaşık bir haftadır öyle bi açıyla geliyor ki... Tam gözüme gözüme. Saat 14:15 gibi başlayıp saat 15:00 civarına kadar devam ediyor bu süreç. Öyle ki monitörümdeki tüm tozları sayabiliyorum yıldız misali. (Toz kayınca dilek tutuyorum hatta) Bir de nasıl mayıştırıyor beni anlatamam. Kıvrılıp uyuyasım geliyor mırr diye.
Masamın düzenli olduğu bir gün fotoğrafını çekmek lazım.
Ama olsun, güneş güzel herşeye rağmen.

Balık

20090108

Dodi Dodi Dilleri

Öğlenden beri, yaklaşık 6 saattir bir tane dido duruyor masamda. Kahve almaya gittiğimde elime tutuşturmuştu iş arkadaşım.

Şu saate kadar 3 kişi "Dodisi gelene Dido" cümlesini kurdu yüzüme karşı. Hatta bir tanesi neredeyse tüm reklam metnini dile getirecek kadar uzattı bu berbat geyiği.

Reklamcılık konusuyla ilgili hiç birikimi olmayan ve dolayısıyla bu konuda nitelikli bir değerlendirme yapamayan şahsıma göre kesinlikle kalitesiz bir reklam.

Ama bir açıdan bakınca da başarılı. Evet, sloganı dillere dolanmış bir şekilde. Birçok insan bu sloganı tekrarlıyor.

RB6918 (Çalışıyordum da az önce. Yanlışlıkla bi ürün kodu paste ettim, şimdi de silmeye kıyamıyorum)

Sorun da bir çok insanın bu sloganı defalarca tekrarlaması bence... Gerçekten bayıyor.

Mesela akşam markete uğradığımda çikolata reyonuna bakarken gözüm Dido'ya takılacak. Reklam sebebiyle diğer çikolataları es geçip elim önce ona uzanacak belki. Ama sonra aklıma elimde Dido'yu gören nerdeyse herkesin "Dodisi gelene Dido" cümlesini söyleyeceği gelecek ve ben vazgeçeceğim. (Bkz: üründen soğutan reklamlar)

Barındırdığı cin fikirlerle değil de çarpıcı bi sloganla akılda kalmaya çalışan reklamlar hep başarısız olmuştur benim gözümde.

20090107

Sindirimsizler

Şu probiyotik yoğurtlar piyasaya pörtleyeli 3 yıl falan oldu sanırım. Hadi 5 yıl olsun. Çok olmadı sonuçta. Bu yoğurtları her gördüğümde aklıma geliyor;

Ne büyük bi kitlenin sindirim derdi varmış meğer ülkede. Bunlar piyasaya çıkmadan napıyordu ki hatunlar? Hayır hayatım boyunca sırf reklamlarda gördüm sindirim sorunu ve şişkinlikten böylesine şikayet eden hatunları. Çok kızsal bişi, erkeklerin yanında bahsedemiyorlar desem, regl kadar kızsal bi durum olamaz ki medeni bir hatun -doğal bir şey olması sebebiyle- bunu söylemekten bile çekinmez zaten.

Para tuzağı, para tuzağı.

Şoför

Kaliteli espri anlayışına sahip arkadaşlarım var:
(Türkçe'de de kinaye diye bir kavram var)

Yeşim (20:28):
Sanatci sofore ne denir
Corpse (20:30):
da vinci
Corpse (20:30):
ben kamyonu kullanayım leonardo da vinci?
Corpse (20:31):
tutmadı mı?
Yeşim (20:33):
Hayir sapsal .. Sür realist denir
Corpse (20:33):
haha gerzek

Post

Ne zamandır "az yazıyorum" diye kızıyordum kendime. Gel gör ki dün geceden beri nasıl coştuysam -bu okuduğun hariç- 12 post yazmışım.

Blogger'a zaten Kasım ayında taşındım. Taşındım dediğim de bi ceketimi alıp çıktım blogumun eski ikamet ettigi siteden. Yazıların falan çoğu orda kaldı. Gerçi bi kaç tanesini getirdim sonra buraya. Oraya pek yazmamıştım zaten. Neyse.

Ofiste son dakikalarım ve ben iyice baydım ya, oturdum istatistik yaptım, postların aylara göre dağılımını inceledim falan. Halbu ki işim de var ama başım götürmüyor. Ve bu saaatlerde odamızda boş boş konuşan bolca insan oluyor ki şu 3 paragrafı yarım saattir yazamamamın sebebi de onlar.

Neyse. O iğrenç "Şekil 1A'da gördüğünüz gibi" kalıbını kullanmayacağım. Hayatım boyunca hiç kullanmadım. Şimdi de kullandım sayılmaz. Sadece kullanmayacağımı belirtirken laf arasında geçti o kadar. Bakın işte grafik aşağıda.




Ancak istatistik yapıyoruz ya, bazı parametreleri assume etmezsek olmaz. Mesela ben Ocak ayında bu hızla yazmaya devam edeceğimi varsayarak Ocak ayında toplam 76 postum olacağını öngörüyorum. Ama biliyorum ki benim bu gazla devam etmem imkansız ay sonuna kadar, o yüzden 76 post falan olmaz yani. İstatistikte bunun da bi ismi vardı, type i error ya da type ii error kavramlarından birisi bu durum için kullanılıyor olabilir, emin değilim.

Ofisten çıkıp eve gidiyorum şimdi, birazdan devam ederim....

.... Bugün pek trafik yoktu 15 dakikada geldim evime. Normalde bir İstanbullu olarak (İstanbulda yaşayan diyelim. Ankaralı.. Ankaralı da değilim ki lan, Afyonluyum) 20 dakikada evimden işime gidebilmek gibi bir şansım olduğunu da gözünüze sokmak istiyorum.

Neyse, olaya bir de şu açıdan bakmaya ne dersiniz? Görüldüğü gibi ekim ve kasım ayları nisbeten istikrarlı, aralık ayındaysa baya yaymış bir tavır içindeyim. Oysa ki yılbaşı postları falan olabilirdi di mi, malzeme vardı fazlaca. Ama bir bakıma iyi olmuş aralıkta düşük olması. Ocak ayının müthiş yükselişini pekiştiriyor.

Zaten siz de grafiği incelerseniz bu patlamayı rahatlıkla görebilirsiniz. Bunu yeni yıla bomba gibi girdiğim şeklinde de yorumlayabiliriz . Hani patlama-bomba falan hesabı. Sunumumu burada bitirirken başarı hikayemi okumakta gösterdiğiniz sabır için de teşekkür ederim.

Yazarın Notu: Yalnız şimdi bu postta yazdıklarımı bi düşündüm de, boş insanım ciddi ciddi.

Youtube

Youtube ülkemizde tekrar erişime açılacak olursa açılışı cumhurbaşkanı yapsın bence devlet erkanı eşliginde. Hatta kırmızı Cad 5 kablo kessin bir internet cafe önünde. (Kablo ismini yanlış yazmış olabilirim. Geçenlerde de elektrikçiye "Abi bana 10 metre sat 5 kablo" dedim, adam sanki uydu alacakmışım gibi yüzüme baktı alaycı bir şekilde.)

Aslında başbakanımız kessin kabloyu diyeceğim ama o makasla kabloya teğet geçer falan. Yakışık almaz.

PMS

Pms adında bir şirket varmış. Düşünsenize çalışanları ne kadar stres yüklü bir şirkettir ahah. Hele bayan olanlar. Neyse ki çikolata diye bir şey var.

Tam ünvanını vermeyeyim şimdi dava falan açmasınlar. Uydurdum zaten yok öyle bi firma.

Kariyer Planlaması

Küçükken soranlara "Büyüyünce stand upçı olacağım" diye cevap verirmişim. Ne kadar küçüksem o zamanlar, stand up kavramı bile olmadığı için bizimkiler anlam veremezlermiş bu kariyer hedefime. Haliyle dikkate almamışlar. Cem Özer bile yokmuş yani piyasada, o kadar küçükmüşüm.

Zaten Cem Özer insanı piyasaya çıktıktan sonra böyle bir isteğim olsa bizimkiler ya evlatlıktan reddeder, ya da stand upçılıktan bir önceki kariyer hedefim olan boyacılığa büyük bir memnuniyetle razı olurlardı kesin.

Boyacılık konusunda da çok ciddiymişim yalnız. O yaşımda eve attığım komşu kızıyla doktorculuk oynamak yerine kızla beraber -orda boyaların olduğunu bildiğim ve bizimkilerin de bunu bildiğimi bildikleri için kapısı kilitli olan - balkona camdan girmek suretiyle balkonun yerlerini ve duvarlarını boyayacak kadar. Ne romantik! Kıza kalp çizmişimdir kesin.

* Yazıya pek anlam verememeniz normal. İlk paragrafı az önce uydurdum.

Insan Kaynakları

kariyer.net var ya... İnsan kaynakları sitesi hani.

Bundan yola çıkarak idealist hatun arkadaşlarımız için yeni bir insan kaynakları sitesi açma fikri geldi aklıma.

http://www.cocukdayaparimkariyerde.net/

hatta dur dur. şu olsun adres, daha şekilli:

http://www.cocukdayaparımkariyer.de/

neyse ki web adreslerinde istesen de ayrı yazamıorsun dahi anlamına gelen "de" yi. Ayrı yazılması gerektiğini bilmeyenler yırtıyor yani.

Ancak yine de bazı adayların adresi cocuktayaparımkariyer.de şeklinde yazıp siteye giremeyeceğinden eminim. Hatta bunu yapanların oranı azımsanamayacak kadar büyük olacak bence.

Vazgeçtim o zaman, açmıyorum.

Kırp

Günün kararı:

Saçım uzamış, kesilecek.

Deer

" Deer Where Available"

Gems

JtR

Crash into my arms
I want you
You don't agree
But you don't refuse
I know you

And no one knows a thing about my life
I can come and go as I please
And if I want to,
I can stay,
Or if I want to,
I can leave
Nobody knows me

Yağmur

Evet, sanırım 10 gün oldu ve ben Cem Adrian - Yağmur dinliyorum hala. Genelde canlı performansını dinliyordum, orjinal kaydına yeni yeni alışıyorum. Orjinalinde bi süre akustik gittikten sonra gitarın girdiği o an var ya, ne kadar çok andırıyor Duman şarkılarını. Hatta daha spesifik olmak gerekirse Son Pişmanlık Neye Yarar'daki gitarları andırıyor en çok. (Biliyorum o Duman şarkısı değil.)

450d

Gittim çektim geldim. Ama tabi ki beklediğim şekilde olmadı sonuçlar. Hedefleri tutturamamamın sebeplerini sıralamak gerekirse:

1. Odamın camını açmamın facia olabileceğini düşündüğüm için salonda fotoğraf çekmeye karar vermem ancak salondan ayın görünmediğini farketmem. Bünyemin odamın camını açtığım zamankinden daha büyük bir ısı kaybı yaşayacağını göz ardı ederek salonun balkonuna çıkmam.

2. Balkonda beni tripodla gören konu komşunun beni "Bostancı Röntgencisi" olarak etiketleyeceği düşüncesinin verdiği stres ki bildiğiniz üzere savaş muhabiri değilim, stres altında fotoğraf çekmek bana göre değil.

3. Ayın bilmemkaç (hakikaten bilmiyorum) ışık yılı uzakta olması ve benim zoom lensimin olmaması.

4. Almanya iyi fotoğraf çekemeyince benim de iyi fotoğraf çekememiş sayılmam.

Ortaya çıkan ürünlerden üç örnek:

Sol tarafta balkonumuzun duvarını da görebilirsiniz.

450d

Tam salona gitmek için koltugumdan kalkarken hatırladım, hava soğuk. Camı açıp nasıl çekeceğim bu soğukta.

Ama dur ya deklanşöre basar kaçarım içeri. Bi dahaki post

450d

Fotoğraf makinemin üreticisinin makinedeki fotoğrafları bilgisayara atmak için bahşettiği yazılımda geçen bir ifade var ki beni benden alıyor;

"Lets you select and download images"

Bi zahmet, diyorum içimden her seferinde.

Bu arada camdan bakıyorum ve ay çok çekici görünüyor gözüme. Şu an gidip salondan tripodu alıp fotoğraf çekme isteğimle üşengeçliğimin yaşadığı çekişme beni tüketiyor. (Oha ne dramatik oldu).

Zaten ben karar verene kadar ay kayboldu bulutların arkasında. Son cümleyi yazana kadar da tekrar belirdi. Oha bulutlar gayet güvendiğim klavyemden daha hızlılar demek ki.

Durun dayanamam çekmezsem. Bekleyin bi dahaki postu

20090106

Kebap

- İyi akşamlar, sipariş verecektim.
- Tabi buyrun.
- Bibuçuk dürüm bir de kutu cola
- Tamam Abicim
- Doğ....
- Daire 27 idi di mi?
- ????
- Sesinden tanıdım abi. Ehi
- Eheh

İşte bu diyalogdan sonra çok kebap yediğime karar verdim.

20090105

Patlama

"insanı sanatsal anlamda -kendi kendini bile şaşırtacak düzeyde-üretgen yapar. o yüzden herhangi bir dalda büyük bir sanatçı olmak istiyorsanız bile bile kendinizi sonu olmayan, içinden çıkamayacağınız takıntılı bi' aşkın kollarına atın. sonra gelsin yaratıcılık, gelsin şaheserler..."

Bu ne kadar doğru bir tespit. Uzun süredir aynı şeyi düşündüğüm ve zamanında bu durumu fazlasıyla yaşadığım halde bu şekilde kelimelere dökememiştim bu duyguyu.

Aslında bir kez daha düşününce belki olunması gereken kişiye aşık olmuşsunuzdur bu durumda. İçinizdeki duyguları bir şekilde -acı çekerek de olsa- dışarı vurmanız için aşık olmanız gereken kişiye. Sönmüş bir yanardağ misali uzun süredir sessiz kalan kalbinizin tekrar hareketlenmesi; sonrasında sizden o yazıların, o resimlerin ya da o şarkıların çıkması için aşık olmanız gereken kişiye.

Sözün orjinal hali de burda.

http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=asik+olunmamasi+gereken+birine+asik+olmak/248

20090104

TK

Taş kalp bu olsa gerek.

Onlar çikolata değil, taş.


20090103

1/48

Küçükken, ilkokul çağlarımdayken, minik oyuncak arabalarım vardı birsürü. En kalitelileri Majorette markalı olanlardı, en azından bana göre.

Her arabanın altında yazardı markası, modeli ve orjinaline göre ölçeği. Yanlış hatırlamıyorsam 1/48 olurdu genelde bu ölçek.

O zamanlarki aklımla o oyuncak arabanın aynısından 47 tane daha toplarsam arabanın gerçeğini elde edebileceğimi düşünürdüm saf saf.

Bir bakıma da doğru aslında. Boyut olarak aynısını elde edebilirdim sonuçta.

"Önemli olan boyu değil, işlevi" özdeyişi de bu durum için çok uygun olurdu.

His

Sanki bu aralar yine patlayacak bir şeyler.
Bir ay içinde diye düşünüyorum, şubatın ilk haftasına kadar.

Bakalım ne zaman bu posta referans veren yeni bir post yazılacak.

20090102

Chemicals Between Us

31.12.08; 21:30 civarı karşıya geçmek için debelenirken:

Erman: Şerefin plakası neydi?
Buro: Hatırlamıyorum, 34 bişey bişeydi
Erman: !! Şu o mu ki.
Buro: Aa galiba. Arayalım.

Buro: Abi naber?
Şeref: Köprü trafiğindeyim abi, karşıya geçiyoruz.
Buro: Tamam biz de öyle, gördük seni.
Şeref: Kimyasal madde kontrol noktasının orda sağa çekiyorum.

Sağa çekilir, köprü girişinde yılbaşı tebriği yapılır devam edilir.

Damak Tadı

Gece 5 gibi uyanmışım, o ara aklıma geldi.

Bir restoran zinciri ya da hazır gıda üreten bir firma şu yemekteyiz programı sebebiyle artık bir çok yerde duyduğum cümleye gönderme yaparcasına reklam sloganı olarak şöyle bir şey kullansa nasıl olur acaba?

"Damak tadınıza uyar"