20100830

Facebook Trendleri

Facebook yöneticileri, Türk kadın kullanıcıların 2010 yılında takip ettikleri fotoğraf albümü isim trendlerini açıkladı. (Ama ben cümleyi kuramadım).

Yapılan açıklamaya göre zirvenin ortakları yine değişmedi. "Ortaya Karışık" listenin en üst sırasındaki yerini korurken, en yakın takipçisi yine "Şurdan Burdan" oldu.

2010 yılının ikinci yarısında büyük çıkış yakalayan ve genel olarak sevgilisi olmadığı için kız kıza tatile gitmek zorunda kalan, üstüne bir de böyle bir ismi sadece kendilerinin akıl ettiğini sanan 25-35 yaş grubundaki kadın kullanıcılar tarafından çok rağbet gören "Bodrum'a Da Gittik Beraber" ise listeye direk üçüncü sıradan girdi.

Facebook yöneticileri açıklamalarını "Bodrum'a da gittik beraber'den böyle bir başarı beklemiyorduk, albüm isimlerimize yeni bir renk getirdi. Başarının mimarı Hande Yener mi Demet Akalın mı artık kimse ona teşekkür ederiz" diyerek bitirdi.

20100812

Kobi

Kosgeb'in bundan sonraki ilk çalışması, kobilerin destansı internet alan adları almaması üzerine olmalı.

Küçük ve orta ölçekli işletmeler "web sitemiz de olsun" kararını verdikten sonra alan adı seçerken "adrese bakinca ne iş yaptığımız da belli olsun" diye düşündüklerinden olsa gerek, şirket isimlerinin yanına ne halt ettiklerini de yazmadan duramıyorlar. Bu yüzden trafikte gördüğüm bir çok kamyonetin, yolda yürürken gördüğüm bir çok tabelanın üzerinde desansı web sitesi adresleri yazıyor genelde.

Geçenlerde şuna benzer bir şey gördüm mesela önümde giden kamyonetin arkasında: www.aslancikdemirdograma.com;

Calıştığım şirketin web adresi de benzer şekildeydi bir ara. "Neden sirketadı.com.tr'li alan adı almıyoruz?" diye sorduğumda cevap "e o zaman ne iş yaptığımızı nerden anlayacaklar?" olmuştu.

E safım, millet önce şirketini/ne iş yaptığını bulur, sonra web sitene bakar. Dograma yaptiracak biri internetten arastirirken hakandograma.com, alidograma.com diye aklina gelen olasi dogramaci isimlerini siralayarak bulmaz sirketini.

Hic dusunmedin mi, Fiat'in web adresi neden fiatotomotivsrabafalan.com.tr degil?

Sonunu baglayamadim postun.

20100810

ayranim yoktu icmeye, ben de yaptim.

Kucukken yaptigim -en az- uc deneysel salakligin ikisinden zaten bahsetmistim suralarda bir yerde.

b-u-r-o.blogspot.com/2009/02/rekor.html

Bundan da bahsetmis olabilirim ama etmedigimi varsayarak ucuncusune gecelim.

Yemek yapmayi sevmememin en buyuk iki sebebini "on dakikada yiyecegim yemek icin bir saat ugrasiyorum" ve "bi tabak yemek icin bir suru bulasik cikiyor" olarak siralayan bendeniz, evde yalniz oldugum bir gun bu dusuncemin tohumlari olarak nitelendirebilecegimiz paralel bir dusunceyle "ulan, bi ayran icmek icin hem mikser, hem kase, hem de bardak kirletilir" mi diyip aklimca buyuk bir zeka piriltisi gosterdim ve bunlarin hic birini kirletmemeye karar verdim. Ama ayrani yine de icecektim. Direk icmeyecektim de, dolayli olarak yapacaktim bunu.

Once yogurdu kasik kasik yedim guzelce. Sonra da uzerine su ictim. Suyu bolca ictim ki bir sonraki islemde homojen bir karisim elde edeyim. (sonralari ogrendim ayranin homojen degil suspansiyon oldugunu)

neyse, emin degilim ama sonraki adimda tuz yalamis da olabilirim. (bu adimla gecilecek dalgalar icin savunmam simdiden hazir: belki tekila icerken tuz yalayan ilk adamla da cok dalga gecilmisti, naber?)

son adimda da bu uclunun midemde iyice karismasi, kopuklu bi ayran olmasi icin biraz hopladim, iki saga sola kivirdim.

Sonuc olarak ne bardak ne de mikser kirlenmisti ama kucuk bir sorun vardi ortada:

mide bulantisi.



Bu arada 'deneysel salaklik' da sahane bi terim oldu bence. "salaklik yaptigimin farkindayim ama bunu sirf bilim ugruna yapiyorum" gibisinden.

20100804

Kedi?

"sizi anlatan üç kelime?" sorusuna vereceğim cevap içinde hayvansever sıfatı geçmese de hayvanları seven bir insanım.

Bir çok çocuk gibi ben de bir çok hayvan beslemiştim küçükken, balığından tavşanına, civcivinden muhabbet kuşuna. O zamanlar bilinçli değildim tabi, bir nevi tamagotchi idi onlar benim için.

Aklım ermeye başladığı zamanlar kendime bir köpek edinmeyi çok istemiştim. En büyük hayallerimden biri bu olmuştu ki bu blogun ilk postunda da kendisine yer bulmuştu. Köpek çok ayrıydı benim gözümde. Sadık, cesur, sevimli, oyuncu, asil.

Hayvan severdim, ama kedi beslemeyi hiç aklımdan geçirmemiştim. Kedilere karşı antipati beslemezdim, ancak öyle ayrıcalıklı bir sevgim de yoktu.

Ta ki 10-11 ay önce işyerimin önünde kulak tırmalayan mırlamaları eşliğinde sürünerek ilerleyen varlığı görene dek.

Önce niyetim o kendine gelene kadar bakıp sonra bir şekilde sahiplendirmekti. Ama onun kendine gelişini, azıcık toparlayınca saçma sapan hareketler yapışını izledikçe vazgeçtim ve hiç ihtimal vermediğim bir şeye; bir kedi beslemeye (daha ziyade bir kediyle aynı evde yaşamaya) başladım.

Küçük hanım olmasa belki yine de sahiplendirmeye çalışırdım kediciği, bilmiyorum.

Zaman geçtikçe gözümde kedicik olmaktan çıktı, Rufus oldu. Çoğu zaman deli etti, çok nadiren kendini sevdirdi.

O kendini sevdirmese de ben onu sevdim.

Aslında ben onu baya sevmişim. Yazın başlaması, dayanılmaz sıcakların gelmesi, onun bir odada kapalı kalmak zorunda olması gibi sebeplerle iki hafta kadar önce ailemi ziyarete gittiğimde Rufus'u bir süre orada bıraktıktan sonra anladım bunu.

Hiç düşünmezdim kedimi rüyamda göreceğimi.