20120228

Avsk

Vesikalık çektirmeden önce ayna karşısında saçlarımı biraz düzeltmeye çalışırken

- Beyfendi, biraz çabuk olur musunuz, acelem var da.

dedi fotoğrafçı.

Arkadaşım, dedim. Sen acele vesikalık olayını çok yanlış anlamışsın.

20120223

2 2

Oha, ben bu şarkıyı yeni farkettim de bayıldım.

Neyse ki "incecikti" temalı postumu yazdığım zamanlar bilmiyormuşum, yazarken durum daha da koyardı muhtemelen. Ya da hiç yazmazdım, zaten yazılmış diye.

İlk

Başladıktan sonra -artık maymun iştahlı oluşumdan mı, üşengeçliğe yenildiğimden mi bilemiyorum- yarım bıraktığım şeylere devam etseydim bugün o şeylerde ne kadar ilerlemiş olacağım geliyor aklıma ara ara. Geldikçe de canım sıkılıyor.

"Yüksek mühendis olacağım" idealiye başladığım yüksek lisans eğitimimi ilk dönemin sonunda bırakmasaydım, şimdiye bilmem kaç yıllık yüksek mühendis olabilirdim mesela.

Ya da hobi olarak başladığım açıköğretimi yine ilk dönem sonunda bırakmasaydım çoktan ikinci bir diplomam olurdu şimdiye.

İtalyanca öğrenmeyi ilk (evet, yine ilk) kur sonunda bırakmasaydım, Lasciate Mi Cantare dinlerken ne anlama geldiğini anlayabilecek seviyeye gelirdim şimdiye. Evet, ben günde bir kez o şarkıyı dinlemeden uyuyamam.

3 yıl önce tekrar başlamaya karar verip de başladığım sporu ilk/2 yıl (ilkten vazgeçmemek adına) sonunda bırakmamış olsaydım şimdiye kadar bayramda gelen ziyaretçilere ikram edecek kadar baklavam olmazdı ama kendime kadar olurdu en azından.

Heves ettiklerimde "ilk" periyodunu atlatmam gerekli sanırım.

20120211

Kel

Telini sıcak sudan soğuk suya sokmamak gibi jestler yaparak belli edemiyor olsam da saçlarım kendimi bildim bileli benim için önemlidir. Hayal mayal hatırlarım, daha okula başlamamışken, annem de çalıştığı için sabahları babaannemlerde takıldığım zamanlarda dedem beni berberine götürmüştü de saçlarımı kısacık kestirmişti. Benim için hava hoştu da annem çok üzülmüştü gördüğünde, "Upuzun yumuşacık saçların gitti. Bir daha böyle çıkmazlar" diye. Sanırım annemin bu kadar üzüldüğünü görmek bilinçaltıma saçın çok önemli bir şey olduğunu işledi o zamanlar. (Gördüğünüz gibi şimdiki davranışlarımın kaynağını çocukluğuma inmek suretiyle bulacak kadar da sosyal bilimler yanlısı bir insanım.)

İlkokulda kavga ederken saçımdan çekecekler diye de çok korkardım ayrıca. Sanki çektikleri an saçlarım çekenin elinde kalacakmış gibi gelirdi. Ortaokulda saçlarımı şekle sokabilmek için ne mesailer yaptığımı da bir ben bilirim. Ha bir de babam bilir, "Dökülecekler!" der dururdu. (Oha ayrıca, saç dökülmesiyle ilgili iğrenç bir video da yapmıştım buhran zamanlarımdan birinde, şimdi geldi aklıma).

Lisede de durum aynen devam ettikten sonra üniversite kısacık saçın üşengeç bünyeye faydalarıyla tanıştım ve insanları da çaktırmadan bana kısa saçın ne kadar yakıştığına ikna ettim. Neşe de benim yaptığımı yapabilse saçlarını kısacık keserdi de kepek sorunu falan kalmazdı bak. Gerçi kısa saçta da kepek olur. Olsun.

Hal böyle olunca saç kesimi konusunda da çok hassas oldum. Bir süre dedemin bilinçaltımı alt üst eden berberine gitmeye devam ettim. Sonra baktım kendisi ben ilkokuldayken pörtleyen "amerikan traş" stilini "eşek traşı" olarak yorumlayıp o şekilde kesmemeye inat ediyor, yollarımızı üzülerek ayırıp saçlarımı babamın berberinin çırağına emanet ettim.

Bu bahsettiğim nerden baksan 20 yıldan uzun zaman önceydi. Boy uzatmak maksadıyla berber koltuğunun üzerine yerleştirilen tahta aparata oturarak başladım Sonra o bir hikaye anlattı ve ben büyüdüm; çıraksa önce kalfa, sonra usta, sonra da jedi oldu. Jedi olmadı tamam, jokey oldu. Atlar adamın hobisiyse ben napayım.

Ankara'da okurken tanımadığım adama saç kestirmeme konusundaki inadım sonucunda saçlarımı kendim kesmeye başladım. Yılda 3-4 kez ailemi ziyaret ettiğimde jokey berberime de uğrayıp saçlarımı düzelttiriyor, düzelttirirken de onun yıllardır değişmeyen at ve "Güven nerelerde, görünmüyor?" muhabbetini dinliyorum. (En yakın arkadaşlarınla aynı berbere gidersen bu kaçınılmaz bir muhabbet.) Ancak neredeyse 20 yıldır, "oh süper oldu" diye çıktığımı hatırlamıyorum berberimden.

Neyse işte, askerde mecburen iki kez saçımı kestirdiğim asker berberi de sayarsak 30 yıldır saçımı kesen topu topu üç berber.Hayır "berber değdirmesi" gibi bir olaydan korkuyor falan da değilim (yine de değdirmesinler tabi) ama saçlarımı başkalarına neden emanet edemiyorum bilmiyorum. Aslında ben de haklıyım, "Kellik genetik, babamın da fırça gibi saçları var, oh oh." diye gezinirken "Dayıların kel mi?" sorusuyla muhatap olup iki kel dayımı gözümün önüne getirdiğim günden beri kel olacağıma ikna olmuş bir insanım. Bari 3 tel saçım mümkün olduğunca şefkat görsünler istiyorum belki de.

Gel gör ki şartlar gereği en iyisinin kendi kendime kesmek olduğuna karar verdiğim saçlarımı kesmeye çok üşendim bundan üç ay kadar önce. Saçlar biraz uzayınca aldığım "Bebişim, sana uzun saç da yakışıyormuş ya." tepkilerini de üşengeçliğimin verdiği vicdan sızısını dindirmek için kullanınca benim saçlar aldı başını gitti. Favoriler ben diyeyim İngiliz lordu, sen de Americo Vespuci (neden bu örneği verdim bilmiyorum) kıvamına gelmek üzereydi. Ense desen, 3. amatör kümeden çıkamadan jübilesini yapmış futbolcu saçı gibi olacaktı azıcık daha bekleseydim. Sabahları saç kurutmaya ayırdığım 10 dakikalık işkence periyodu da işin içine girince artık "Uzun saçlarının hastasıyım" telkinleri de beni rahatlatmaya yetmemeye, uzun sırma saçlarım beni rahatsız etmeye başladı.

Bu gelişmelerin sonucu olarak dün işten çıkıp bakkala giderken (arada küçük esnafa destek adına dandik süpermarketler yerine bakkaldan alışveriş yapıyorum) gözüme takılan berber dükkanının önünde durdum, birilerinin referansıyla berbere gitmeyi bırak, 3 berber dışında saçını kestirmemiş biri olarak hiç tanımadığım bir berberin koltuğuna oturup saçlarımı ona emanet ettim. Bir ara berberle aynadan göz göze geldiğimizde "Biliyor musun, sen dördüncüsün" diyip içimde kopan duygusal fırtınayı onunla paylaşmak istedim ama sonrasında yaşanacak bir "değdirme" ihtimali beni ürküttü. Duygularımı içime hapsettim.

Zaten berberin traş sonrası "çok saç çıktı ya" lafı da kendisinin olaya ne kadar duygusuz yaklaştığını gösterdi. "İyi ki açık etmemişim duygularımı" dedim içimden.

Sonuç olarak, kendi kestiğim zamanlardaki gibi kısacık değil saçlarım. Kesmediğim zamanlardaki gibi papaz kıvamında da değil. Şimdilik bana boynuyla S drift'i yapan Tayfun saçı gibi hissediyorum ama olsun. Şu da annemin aklına geldikçe dile getirdiği bebeklik saçlarım. Hakikaten de bir daha öyle çıkmadılar.





20120207

TG

Bugün sağolsun Erdem dedi ki, "Abi hadi sana basit bir kokteyl yapayım".

Ne iş çıkaracaksın, diye sordum ben de haliyle. Bilindik bir şey aslında, bira bardağına votka dolu shot bardağını ters tepiştirdikten sonra bira bardağını birayla doldurup karışımı fondip suretiyle içmekten ibaretti olay.

İyi, dedim ben de. Yap madem.

Her şey iyi güzeldi de, o limon diliminin bira içinde ne işi vardı. Zira fondip yaparken yer çekimine biranın büyük bir kısmından daha kısa sürede teslim olan limon dilimi biranın içeri akması gereken deliği (ağzımı lan, ağzımı) tıkadı. Bira da optimum debiyi tutturamadı haliyle.

Ağzımda biriken bira ve limon sebebiyle tam "Hah, demek boğularak ölecekmişim" diye düşünmeye başlamışken "Dur, bira içerken yılan bile dokunmaz" diye düşünme nezaketinde bulunmayan shot bardağı da kendini yer çekiminin kollarına bıraktı ki bu sayede burnumun ortasına doğru inişe geçerken gözümün önünden geçen film şeridini HD kalitesine yükseltti sağolsun.

-Kokteylin- adını Tersten Görmek" koydum.



Burnum da hala hafif sızlıyor.