20090630

Facebook'un Nicki

Hani Facebook'ta da nickname uygulaması başladı ya yakınlarda. Anladığım kadarıyla seçtiğin nickin, facebook.com/nickin şeklinde bir link ile profil sayfanı sahiplenmesi suretiyle eşten dosttan, yeni tanıştığın insanlardan gelebilecek -ve bence dünyanın en amele sorularından biri olan- "Facebookun var mı" sorusuna daha daha kolay cevap vermeni sağlamak gibi bir misyonu var.



Tabi ki buro, ya da sadece ismimden oluşan bir nick alma ihtimalimin göz ardı edilecek kadar küçük olduğunun farkındayım.



Beceremeyenler için facebook bi takım nick önerileri de getirmiş zaten.



Şimdi benim sırasıyla 11 ve 6 harften oluşan bir ismim ve soyismim var. Uyanık facebook napmış nick önerisi olarak?



- ismim.soyismi

- ismimsoyismim1

-ismimsoyismimdoğumyılımınsonikirakamı



Canım facebook, ben öyle bir nick seçene kadar ismimi soyismimi söylerim, insanlar beni o şekilde arar, daha kolay. Gerçi o zaman da "Ben muroyum" vakalarıyla karşılaşan arkadaşlarım olabiliyor, ama olur o kadar.



Toplam 17 harf, çok daha kolay. neden araya "." ya da "1" falan sokup zaten uzun olan ismimi iyice uzatayım ki?




Şey gibi olmuş bu biraz, lise basketbol takımındayken arkasında ismimizin yazılı olacağı formalar yaptırıyorduk, ancak 11 harfli canım ismimin okunaklı olarak formaya sığma şansı yoktu kesinlikle.

Çözüm düşünürken bir arkadaşımdan dahiyane bir fikir gelmişti;

-Abi, "ismin" olarak yazdırmayız formaya, kısaltır "i.smin" olarak yazdırırız?

12. dev adamdan gelen ve kelimeyi 12 karaktere çıkaran bu teklif tabi ki bizi güldürmek dışında bir işe yaramamıştı.

Sonunda noldu, buro yazıldı forma arkasına.

20090629

Ey Türk Reklamcısı, Reklam Vereni.

Geçen aylarda pörtleyen Yapı Kredi'nin kredi kartı adiosun reklamına kesinlikle tahammül edemiyordum. Adiosa uydurmak için Türkçe'nin canına okuyan reklam ki orda tahammül sınırımı aşan Türkçe'nin canına okumaları değil ağızlarını yaydıra yaydıra dünyanın en iğrenç şarkılarından birini söylemeleridir reklam oyuncularının.

Öyle ki o kartı verseler, kefilsiz senetsiz 100.000 lira kart limiti verseler yine kabul etmem, geri gönderirim kartı. Niye kabul edeyim ayrıca, 100.000 lira limit verseler ve o yüz bin lirayı harcasam, yine ben ödeyeceğim paşa paşa.


"Reklamın iyisi kötüsü olmaz" kesinlikle yalan bir laf bence. "Üründen soğutan reklamlar" diye de bir şey var. Sırf reklamı yüzünden tüketmediğim ürünler ve hizmetler bunlar.

Neyse; şu aralar kesinlikle tahammül edemediğim iki reklam var ve haliyle üründen soğutan reklam kategorisine giriyorlar.

Birincisi, zaten hazzetmediğim nil insanın hiç hazzetmediğim reklamları arasında açık ara öne çıkan maden suyu reklamı. Evet, bence de kesinlikle ajdar kişisinin şarkısına benziyor şarkı. Nil insanının kendinden üç beden büyük özgüveni çıldırtıyor beni bazen.

Düşününce özgüven de ne güzel bir şey aslında. Ve nil insanında o özgüvenin getirdiği gereksiz bir ukalalık da sezmiyorum, ama bi türlü hazzedemedim kendisinden ve yaptığı işlerin çoğundan.


İkincisi, zaten sevmediğim ve bunu şurda da belirttiğim dilber koça(r)slanlı karakterinin oynadığı d-smart reklam serisinin son reklamı. Hani şu dilberin lig tv, fashion tv, vs. kanalların içinde olduğu reklam.

Karakter gereği olan o yamuk konuşmaya bi de yamuk bir yürüyüş eklendiği için ciddi ciddi midem bulanıyor rasgeldikçe.


Reklamcıları da suçlamamak lazım, çok muhtemelen reklam verenlerin istekleri doğrultusunda işler çıkarıyorlar. Reklam verenleri de suçlamamak lazım, onlar da hedef kitlelerine hitap edecek reklamlar bekliyorlar.

İki Gün Sonraki Ekleme: Postu okudum da şimdi, nası kopuk olmuş paragraflar cümleler.

Batarken

Annemin bir lafı var; güneş batarken portakal rengine sahipse, aşağıdaki gibi, ertesi gün hava çok güzel olurmuş. Güneş batarken başka bir renk alır mı, alıyorsa batarken portakal rengi olduğunda ertesi gün hava gerçekten çok güzel olur mu bilemedim şimdi.



Gülümse

Milletçe nasıl yetiştirildiysek, en azından benim çevremde insanların bir kısmı gülmeyi bir kabahat olarak algılıyor. Kabahat de demeyeyim de (Haydar Dümen Mode: ON), fazla güldüklerinde çekiniyor insanlar, korkuyorlar.

Çok gülen çok ağlar (var mı böyle bi özdeyiş, emin olamadım) lafı mesela. Ya da özellikle ortayaşı biraz geçmiş bayanlar arasında duyduğum "Ay çok güldük, başımıza bi iş gelecek" lafı.

Nedense çok güldükten sonra illa ki bir kötülükle karşılaşacaklarmış gibi düşünüyor insanlar. Güldüysen, bedelini illa ki bir acıyla ödeyeceksin sanki.

Oysa ne kadar güzel gülmek. Sonrasında başına ne geleceğini düşünmeden, sadece o anı yaşayarak. Ve bence çok güldüysen, hayata o an poziftif bakıyorsun demektir, ve sen pozitif baktıkça sorunlar küçülür gider.

Güldükçe başına iş gelmez, başına gelebilecek işler daha az hasarla atlatılır.


Daha uzun bir post olması gerekliydi bunun, kafamda öyle planlamıştım da üşendim şu an.

20090626

Ordan Burdan Karışık

Facebook profilinde "Ortaya Karışık" ya da "Ordan Burdan" isimli bir fotoğraf albümüne sahip olmayana kız/erkek vermiyorlar sanırım.

20090624

Aşk, Sağlık, Para Falan

Bir kısım Çinli'nin inancına göre aşağıdaki figürlerin biri sağlık, biri aşk, diğeri de para getiren üç tanrıymış. Hangisi hangisiydi sıralamayı unuttum.

Yalnız ben bugün bunları fotoğraf çekmek amacıyla rahatsız ederken üçünü birden yere düşürmek suretiyle ortadaki soluk benizlinin asasının ucunu kırdım. Başıma iş gelmez umarım.


20090623

Y.Ç (28)




20090621

One

Geçen hafta "en sevmediğin özelliğin ne?" sorusuyla karşılaşmıştım da bulamamıştım cevabı. Mükemmel bir insan olduğum için değil tabi. Olsa olsa her özelliğimi az da olsa sevdiğim içindir.

Sonra bi ara aklıma gelmişti en sevmediğim olabilecek bir özelliğim, ama hangisiydi unuttum.

Bugün farklı bir şey geldi aklıma, sanırım en kötü özelliklerimden biri bazen fazlaca kararsız olabilmem. Genelde stabil bi insan olduğumu düşünürüm aslında. Ama sapıtabiliyorum bazen.

Bugün Efes one love'a gidip gitmeme konusunda en az 10 kez fikir değiştirdim. Gitme ve gitmeme başlıkları altında sıraladığım maddeleri birbiriyle yarıştırıp hangi kararın daha mantıklı olabileceğini düşündüm.

"Ulan giderim, olmadı 2 saat takılır dönerim" fikri geldi bi an aklıma ancak bu fikri son uyguladığım zaman ahırkapı hıdrellez şenliklerine gittiğim gündü ki toplamda 3 saatimi falan yolda geçirip festival alanında yarım saat takılmıştım sadece. O yüzden bu desteksiz fikirden vazgeçtim hızlıca.


Ne zamandır olmuyor, ama -özellikle gidip gitmeme gibi iki seçeneği olan- bir konuda defalarca fikir değiştirip, son verdiğim kararın ne olduğunu unutup; son kararımı hatırladığımda da o karara varmamdaki gerekçeyi hatırlayamadığım zamanlar olurdu eskiden.


Bazen kötü bir şey kararsızlık.

Sonra da "ikizler olduğumu öğrenen niye kaçıyor" diye soruyorum saf saf.

20090619

Tehdit

Az önce telefonda konuşurken farkında olmadan şimdiye kadar ağzımdan çıkan en büyük tehdidi savurdum sanırım;

"öyle yaptıysan yemin ederim seninle bir daha konuşmam"

ki bunu sevdiğim bi insana söyledim, üstelik dandik bi lens yüzünden. Ciddi olamayacağımı o da biliyordu gerçi, ama yine de garip hissettim bi süre sonra.


Sebebini asabiyete mi bağlasam bilemedim.

Sen neymişsin B.ehlülü.n parfümü

İnsanların google'da hangi aramalar sonucu yazılarıma ulaştıklarını yazmak gibi bir adetim yok, olmaz da. Yalnız iki önceki postta bahsi geçen B.ehlü.l'ün parfümü -ki kendisi Issey Miyake oluyor annemin muhatap (bu kelime böyle yazılmıyor olabilir, bakmaya üşendim. ama muhattap diye de yazılmıyor) olduğu reyon görevlisine göre- sebebiyle yaklaşık 10 saatte 8 kişi okumuş postumu.

Aramada kullanılan anahtar kelimeler de behlülün parfümü, b.ehlü.l parfumu, b.ehlü.l parfüm, b.ehlü.l+parfüm+marka ve b.ehlülü.n parfümünün adı şeklinde. Tüm aramaları yapan aynı insan da olabilir tabi, bakmadım o kadar.


Ama anladım ki, reyon görevlisi baya iyi satmıştır bu pazarlama stratejisiyle.

Kişisel Gelişim

şu postta bahsi geçen kapıyı bu kez dördüncü denememde açmamı hala şaşkın oluşuma değil, kendimi sürekli geliştiriyor olmama bağlayacak kadar iyimser olabiliyorum bazen.


Kişisel gelişimimi böyle kriterlere göre değerlendirmem de ayrı bir postta incelenesi.

B.ehlü.l'ün parfümü

Yüzlerce abuk tv programı -yemekteyiz, wipe-out, ahmet çakarla bilmemne, vs- izleyebilme kapasiteme rağmen Aşk-ı Memnu adlı diziyi -Beren Saat insanına rağmen- bi kez baştan sona izlemişliğim yok.

Ama gerek diziyi izleyen arkadaşlarımdan duyduklarım, gerek facebookta falan gördüğüm "B.ehlül'ü.n tıkılama şeması" sayesinde B.ehlü.l karakterinin ne kadar tavşan bi insan olduğunun farkındayım.

Dün annem aradı. "Babana parfüm alıyorum, kampanya varmış sana da Burberry Weekend alayım mı?" diye soruyor. Parfümüme ihanet ettiğim zamanlarda ara ara kullanıyorum o parfümü. Olur, istiyorsan al dedim ben de. Sonra şöyle oldu:

A: Bi de şey varmış, neydi onun adı sayın görevli?
G: Issey miyake, b.ehlülü.n parfümünden.
A: Oğlum, B.ehlül'ü.n parfümündenmiş?
B: Bana ne anne, behlül benim parfümümü kullansın. Hatta kullanmasın aslında.
A: Eki eki tamam oğlum.

Adamlar, ya da sadece oradaki görevli bayan, nasıl bi pazarlama stratejisi geliştirdilerse artık; yılların Issey Miyake parfümünü b.ehlülü.n parfümü diye satma uğraşındalar.


Sırf bu sebeple o parfümü alan olur mu? Olursa parfümü sıktığı anda kendini B.ehlü.l gibi mi hissetmeye başlar acaba?



- Selam, ben baran. Parfümüm de b.ehlülü.n parfümü. Tanışalım mı?



Hadi onu geçtim, kullandığın parfümün behlülün parfümü olması durumundan istifade ederek kendi reklamını yapıp bi kızı etkilemeye çalıştığında kızın kullandığın o parfümün b.ehlülü.n parfümü olduğunu bilme olasılığı da gayet düşük, eğer daha önce b.ehlüll.e takılmadılarsa.

Takıldılarsa da b.ehlülde.n sonra sana (bana demedim dikkatinizi çektiyse, ahah) bakma ihtimali düşük zaten. Hadi baktı diyelim, sen her koktuğunda kızın aklına b.ehlü.l gelicek, siz yoğuşurken gözlerini kapadığında gözünün önünde b.ehlü.l olacak falan.

Aile faciası resmen.

Neyse işte, hemcinslerim için konuşmak gerekirse; hoşlandığınız biri varsa ve sırf b.ehlü.l gibi kokacağınız için sizinle birlikte olmaya razıysa doğru adres: Issey Miyake.


Bu arada parfüm -aile içinde alınanları ayrı tutarsam- dünyanın en kolaya kaçan/almış olmak için alınan ve geyik hediyelerinden biri bence.

Ha parfüm almışsın ha peluş oyuncak, gözümde çok farkı yok.

20090618

Powertürk

Zaten sığ olan müzik bilgimle "Ben Türkçe müzik dinlemem" gibi talihsiz bir açıklama yapacak değilim.

Ama oturup müzik kanalı izlemişliğim falan da olmadı hiç. Televizyonumda nerede kayıtlı olduklarını bile bilmem, ki çoğu da kayıtlı değil sanırım.

Yalnız geçen hafta 2 gün Powertürk izledim, nası alıştıysam üç gündür falan dilime sürekli Türkçe şarkılar dolanıyor.

Cidden güçlü birşeymiş Powertürk.

Bu arada, odamdaki televizyonda kanal 30'da.

20090617

Evet, Belki

Sürekli konuşan bir insan olmadığım halde, -ki bazı durumlarda gerektiğinden az konuştuğumun da farkındayım- bazen işin nereye varabileceğini öngörmeme rağmen dilimi tutamayıp aklımdan geçeni söyleme inadım yüzünden tatsızlıklar yaşıyor olmamı garipsiyorum. Garipsemiyorum da demeyeyim aslında, alışmış olmam lazım artık.

Böyle bi durum yaşadığımda da kimseye değil kendime kızıyorum işi bile bile lades (hah işte, hiç sevmediğim kalıplardan biri daha) durumuna getirdiğim için.

Aklına geleni söylemeden duramıyorsan, gerektiğinden az konuştuğun durumlarda aklında hiç bir şey olmuyor mu, diye soran olursa tatmin edici bir cevap veremem baştan söyleyeyim.

Üşengeçlik diyelim biz o durumda konuşmamama.

Yine toparlayamadım ya neyse.

20090615

Dinlenme Tesisi

Bu konu elbette defalarca konuşulmuş, hakkında defalarca yazılmıştır. Yeni bir şey keşfettim diye atlamıyorum ortaya.

Şehirler arası yollarda kurulmuş dinlenme tesislerine her uğradığımda bir burukluk, bir soğukluk hissederim.

Mevsim kış olsa da soğuktur oralar, yaz olsa da.

Hele bir de geceleri uğradıysam oralara.

Yorgun, asık suratlar görürsünüz kafanızı çevirdiğiniz her yerde. En elit dinlenme tesisinin en kibar garsonunda/kasiyerinde bile bir umursamazlık vardır. Belki de gelip geçici olduğunuzu bildiklerindendir. Zaten en sık seyahat eden halinizle bile ne kadar sıklıkta ziyaret edebilirsiniz ki aynı yeri?

Muhtemelen günde oniki saate yakın zaman geçiriyorlardır iş başında. Belki çoğu iş dışında kalan zamanlarını istemedikleri o dinlenme tesisinde geçiriyorlardır. Sırf bu yüzden, hizmet sektöründe çalışan bir insanın asık suratlı olmasını ancak bir dinlenme tesisinde kabul edebilim galiba. Kabul etmek değil de umursamamaktır belki de bu, ben de o tesiste gelip geçici olduğumu çok iyi bildiğim için.

Hedefinize gidiyorsanız biraz daha çekilebilir olur o yorgun suratlar. Çok koymaz insana.

Ama gittiğiniz yeri geride bırakıp dönüyorsanız, "bitsin artık şu yol" düşüncesinin de etkisiyle daha bir yorgun gelir etraftaki suratlar. Sizi de yorar, içinizde kalan az enerjinin de bir kısmını alır götürür.

O yüzden, özellikle dönüş yollarında pek uğramam dinlenme tesislerine.

Çok çişim gelmedikçe.

20090610

Top silgileri dövemeyebilir.

.
.

Ailemizin temizleyicisi olarak şampuan

Şampuanın ana işlevi olan saçları temizlemenin yanı sıra, -teoride de olsa- kepeği önleme, saçlara ışıltılı bir görünüm verme, erkekleri peşinde köpek etme ve her güzellik yarışmasında bir de şampuan güzeli seçtirme gibi bilinen yan görevlerinin dışında çok farklı alanlarda kullanılabileceğini geçenlerde keşfettim.

Bu keşifler şampuana olan saygımı bir kat daha arttırdı ki aslında kendime olan saygımı arttırması gerekir bence, yeni şeyler keşfettim sonuçta kendi çapımda.

Bundan bir kaç ay önce evde sıvı sabunun bittiğini farkettiğimde "ikisi de sıvı" mantığıyla ellerimi şampuanla yıkamaya karar vermiştim. Bunda çok da bi numara yok aslında, bir çok kişi yapmıştır bunu muhtemelen. Burda önemli olan "ikisi de sıvı" mantığını bulaşık deterjanı ya da çamaşır yumuşatıcısı için kurmamış olmamdır bence.

Bir süre sonra mutfağı viledalamam gerektiğinde buna uygun bir deterjan olmadığını farketmemle yardımsever dostum şampuanın yardımıma koşması bir oldu. (Evimizde şampuan harici bir temizleyici madde olmadığını düşünürseniz size kızamam. Ama cidden öyle değil, banyodaki dolabı bir görseniz, acayip acayip temizleyici maddeler var birsürü).

Neyse, ya şampuanın doğasından ya da şampuan/su oranında şampuanı biraz fazla tuttuğumdan, şampuanın yardımı bu konuda çok işime yaramadı. Yerler böyle bi mat oldu, parlamadılar bi türlü.

Bir de çamaşır yıkayacakken renkli deterjanının bittiğini farketme durumum var. Onda da aklıma ilk gelen şey tabii ki şampuan oldu. Ama cesaret edemeyip annemi aradım, "anne? şampuan?" diye. olur olm niye olmasın cevabının üstüne çamaşırlarımı şampuanla yıkadım bir güzel. Sonuç fena sayılmazdı, ama çok kirli çamaşırlarda verim alınamayacağı kanısına vardım.

En son geçen ay falandı sanırım, bulaşık makinesini çalıştırmadan önce deterjanın bittiğini farkettik. Erman benimle göz göze gelince "Hayır, şampuan olmaz" dedi.

Merak etmeyin, onu denemedik.

20090609

Çamaşır

Nerdeyse her çamaşır yıkadığımda makineden çakmak, bozuk para, vs. gibi yabancı maddeler çıkıyor, buna alıştım artık. Hatta bir keresinde makine bozulmuştu da erman "bombastik motoru bozulmuş" gibi teknik bir teşhis koymuştu. Kendisinin uzmanlık alanı olduğu için güveniyorum tabi teşhisine. Sonra düzeldi makine, ama o mu tamir etti yoksa makine bize acıdı da kendiliğinden mi düzeldi bilmiyorum.

Neyse işte, bu sefer yabancı madde konusunda kendimi aşmış olabilirim. İçerik olarak adece boxer, çorap, çarşaf ve yastık kılıfının bulunduğu çamaşır yıkama seansından sonra baktım makinede yine yabancı madde. Madde dediğim de uç kutusu. Olayla kesinlikle alakasız.

20090603

buz dağı

Hayatta anlaşamayacağımı düşündüğüm insan tiplerinden biri de,

herhangi bir muhabbet arasında buz dağının görünen ya da görünmeyen kısmından bahseden insanları içerir.

Bu aralar insanlara çok mu önyargılıyım ne.

d.g

yılda -haliyle- bir gün doğum günüm oluyor, tuttuğum takım altı yıl sonra şampiyon oluyor ve bu iki olay ayda yılda bir yurtdışına çıktığım 3 güncük içinde gerçekleşiyor. bu üç durumun aynı anda gerçekleşme olasılığını hesaplasan 3/365 x 1/365 * 1/beşiktaşın şampiyon olması gibi bi formüle ihtiyaç duyarsınız, şu kafamla yanlış hesap yapmıyorsam.

Bu arada bu bir doğumgünü yazısı değil, haberiniz olsun.

Bu yıl doğum günümü yurtdışında geçirdim. Bi garipti. Doğduğum gün için çevremdeki insanları arayıp "hadi, toplanıp doğum günümü kutlayacağız" demem asla. Çağıracağım insanlar sevdiğim insanlar olsa da, bu insanların coğrafi konumlarının el verdiği ölçüde bu davetime seve seve katılacaklarını biliyor olsam da, bu çağrı bana hep bencillik gibi gelmiştir biraz.

Zaten yeterince yakınım olan insanlar ben çağırmasam da ogün "hadi, yemeğe gidiyoruz" diye kapıma dayanır. dayanacak durumda olmayanlar da illa ki hissettirir yanımda olmak istediklerini.

Neyse işte, bu yıl fazlaca uzak oldugumdan mıdır nedir, mutsuzluk ya da burukluk da değil ama bi gariplik vardı. Yine mesajlar geldi, yine arandım bir çok sevdigim tarafından. hatta geçen yıldan beri tanıdığım insanların bir kısmının bana ne kadar değer verdiğini farkettim. iyi ki doğdun cümlesinin çok nadiren de olsa anlamlı olabileceğini hissettim.

dün kafamda çok güzel toparlamıştım da yazıyı, yazarken bağlayamadım bi türlü.

Ayrıca resmen doğumgünü yazısı olmuş bu