20110531

The Boss

Müzik konusunda -bazı başka konularda olduğu gibi- sığdır benim bilgim, hep söylerim.

Ama Bruce Springsteen'in hangi videosunu görsem hep gülümseyerek izler, "the boss"u ne kadar hakettiğin içimden geçiririm.

Kaç yaşına gelmiş, her performansında aynı gaz, aynı zevk. Parası pulu, şöhreti değil. Kendi tatmini adamın önemsediği.

Şöyle ki




Tanışmaya 2-0 yenik başlamak.

Klişeler ve genellemeler genel manada bazen fazlasıyla sıkıcı oluyorlar sahiden.

Şimdi, birazdan doğumgünü yaşayacak bir insan olarak, haliyle ikizler burcu erkeğiyim ben. Söz konusu burcun şöhreti de dünya çapında hepinizin malumu olduğu üzere. Kaldı ki ben kendimi ikizler erkeği gibi hissetmiyorum son 4-5 yıldır. Ama gel de bunu karşındakine anlat.

Biriyle tanışırsın mesela, illa ki bir yerden sonra doğum tarihine, burcuna falan gelir laf. Arkadaşım, anlamıyorum, kadınlar her burcun tarih aralığını mı ezbere bilir, yoksa sadece bizimkini mi, ama doğum günümü söylediğimde "Aaa sen ikizlersiiiiin" tepkisini çeşitli şekillerde vermeyen bir kadın tanımadım sanırım şimdiye kadar. Tanımışsam da ikizler kadınıdır kesin ki korktuğum tek burç kadınıdır. Ya da kadın burcudur. Ya da burçlu kadındır... Amaan.

Diyorum ya, ikizler olmak tanışma evresinde direk önyargı oluşturuyor insanda. Dönüp arkasını kaçanı bilirim. İstediğin kadar anlat sen, ikizlerim ama şöyleyim falan diye. Dinlemez, kaçar en rasyonalist olanı bile.

Oldu mu sana 1-0

Hayatta son dakikaya kadar her şey değişebilir diyip 1-0 olayını önemsemedik diyelim. Dedikten sonra da umalım ki olay abi/abla, kardeş muhabbetine gelmesin.

Nitekim ben ailemin tek çocuğuyum. En azından ailecek öyle biliyoruz biz. İnsanların burcumu öğrendiğinde verdiği tepki gibi aynı, tek çocuk olduğumu öğrendiğinde "tek çocuk olanlar şımarık oluuuuğğr" tepkisini vermeyen insanı da çok az tanıdım ben.

Lan sepet, sen "oluuuğr" diye ağzını yaydıra yaydıra tepki verirken şımarık değilsin de, ben tek çocuk olduğumu efendi efendi söylerken mi şımarığım? İstersen 12 çocuklu ailenin en büyüğü ol, yine şımarıksın işte.

Ama yine de, al sana 2-0

Burç olayını falan geçtim de, asıl problem tek çocuk olmak galiba. Tanımaya çalıştığın kadın senden ister arkadaşlarına, ister ailesine bahsediyor olsun, tek çocuk olduğunun bahsi geçtiğinde illa ki "ama tek çocuk şımarık olur" tepkisi geliyor çünkü dinleyenden, tecrübeyle sabit.

Sonra sen istediğin kadar anlatmaya çalış (ya da gerçek bir ikizler ol, çalışma mesela) tek çocuk olduğunu ama yetiştirilme tarzın sebebiyle görece olgun olduğunu falan. Kimse inanmaz.


Geçenlerde de bir yazmıştım. O kadar önyargının hakkını verebilsem bari şu hayatta da, beklentileri karşılasam en azından.

Adam(san)

Küçük adamlar görüyorum hayatta, 40 yaşına gelmiş ama hala hayatta bir şekilde yırtma peşinde olan.

Sadece konuşup planlayan ama elle tutulur hiçbir şey yapmamış, bir işte dikiş tutturanamış olan.

Ve en büyük korkum, olacağımı sanmam da, onlardan biri olmak. 

Tekrar

Tekrar söylüyorum;

yaylı çalgılar.






Çok nadirdir, postlarıma başlık atmadığım

20110530

Vosvos, let's Say

Cadde üzerinde -yanlış hatırlamıyorsam- marks and sipensıri falan geçtikten sonra bilmemne optik mağazasının yanından girilen otoparkta gördüğüm vosvos: (oha tamlamaya bak)
5 pazar önce oradaydın, yanımda makinem yoktu.
2 pazar önce oradaydın, duracak yer yoktu.
Bu pazar da aynı yerde, aynı şekilde ol, kalpten rica ediyorum.

Top

Geçen hafta Şok’tan çıkıp arabaya binmek üzereyken apartmanın bahçesinde oynayan çocuk seslendi, “abi bana çitos alır mısın?” diye. “dönmeyeyim şimdi oraya, parasını vereyim, sen al, olmaz mı?” dedim. Olur, dedi. Verdim parayı, koştu Şok’a doğru.

Ondan iki gün sonra falan da eve dönerken çocukların yola fırlayan topunu gördüm. Önümdeki araba kurtardı kendini toptan, ben kurtaramadım, üzerinden geçip patlattım çocukların topunu.

“durup da topun parasını versem çocuklara” diye düşündüm.

Sonra siktiret, dedim. Hayatı öğrensinler.

20110529

Aşık

Aşık diye bir komponent var ithalatını yaptığım zımbırtılar arasında.

Bazen Eros gibi hissediyorum o yüzden kendimi. Aşıklar getiriyorum ülkeye falan diye.

Falan

20110521

Devril

A: Öp öp diyince anlıyor, gelip öpüyor
B:
A: Bak bak sinek diyince de sinek olduğunu anlıyor, onun peşine düşüyor
B:
A: Baban devril diyince de hemen yere yatıp boğuşmaya hazırlanıyor.
B: Akşamüstü karşılıklı kahve içerken bereber dedikodu da yapıyor musunuz anne?

20110519

Hey, now.

well hey man
tell me something
are you off to somewhere?
do you want to go with me tonight?

Meraba Kamil

E: Abi uzun marlboro'nun bile bi karakteri vardır da, uzun marlboro light ne ya? Şahsiyetsiz sigara. İki karton almış bi de, hangi sigarayı içtiğimi bilmiyor daha.

B: Ne bileyim ya, karıştırdım.

Bt: Karıştıracak ne var canım, Kısa Marlboro Light. KaMiL diye kalacak aklında.

B: Camel ile karıştırırım o zaman da.

20110518

301 Kd

Bir erkeğin hayatı boyunca uzak ara en mutlu olduğu zamanlardan biri de kesinlikle askerliğinin bittiği o andır bence. Ne bileyim buna ek olarak evlendiğin gün olur belki, belki çocuğunun doğduğu gün falan.

Adam, belli bir yaşa gelmiş; altı, oniki ya da onsekiz ay boyunca günün 24 saatini hemcinsleriyle beraber geçirmiş, üstelik emir altında. Şanslıysa haftada bir çarşı iznine çıkabilmiş işte, her izinde ortalama sekiz saat. Evinden uzak, sevdiklerinden uzak. Bi taraftan da unutulmaz anılar yaşar, belki hayat boyu görüşeceğin insanlar tanırsın askerde, o da güzel tarafı.

Daha önce de yazmıştım ben baya şanslıydım bu konuda. Ankara'da yapmıştım askerliğimi altı ay boyunca. Bi taraftan çok güzeldi evimin olduğu, arkadaşlarımın dakika başı ziyarete gelebilecekleri bir şehirde askerlik yapmak. Bi taraftan da zordu, gece şehrin ışıklarını görürken aslında o ışıklardan çok uzak olmak.

Neyse işte, terhis vakti geldiğinde o kadar mutlusundur ki, dertlerinin hiç biri umrunda olmaz kısa bir süre boyunca da olsa. Askerdeyken sevgilin terketmiş olabilir, sevdiklerinden biri hasta olabilir, iş bulma ümidin olmayabilir, ama hiç biri koymaz bunların. Öyle yerindedir ki keyfin. Gerçi benim bi derdim yoktu terhis olurken ama derdim olsa da o an unutur giderdim eminim.

Diğer kısa dönem arkadaşlarımdan dört gün geç terhis olmuştum ben izin aldığım için. Cumartesi sabahıydı, 21 Mayıs. Yüzden fazla insan uğurlamıştı hatta beni. O güzeldi, evime ulaşacaktım 20 dakikada, o daha güzeldi.

Şimdi düşündüm, altı yıl olmak üzere o gün geçeli. Yarın da türünün ender örneklerinden bir arkadaş yaşayacak aynı mutluluğu, gidip mutluluğuna ortak olacağız biz de. Birliğine teslim edemedim, askerdeyken ziyaretine gitmedim, bari en mutlu anlarından birinde orada olayım.

Fedakarlığım da büyük ha, çünkü bir erkeğin en tehlikeli olduğu anlardan biri de askerlik anılarını anlatmaya başladığı andır. Anlatmaya başlayan kim olursa olsun kaçarım ortamdan. Şimdi bizimki zaten sever her konuda kitlemeyi, yol boyunca ne askerlik anıları anlatacak tahmin edemiyorum.

20110517

Rulman

Detaylarını henüz bilmiyorum da, rulmanla fiziksel yakınlaşmaya girmeye çalışırken rulmanın gazabına uğrayan vatandaşı az önce öğrendim.

Damacanayı biliyorduk zaten, kendisini iğfal eden insanı ağır tahrikten yargılanmadığı kalmamıştı bi. Rulmanın başına ne gelir bilmiyorum.

Rulman da yaklaşık beş yıldır ithalatını yaptığım ürünler arasında geliyor. Normal olarak -çocukların kendilerine yaptığı tahtadan arabaların altına teker olması dışında- alternatif bir kullanım alanı aklımın ucundan bile geçmemişti.

Ne bileyim, aks var mesela yine ithalatını yaptığım ürünlerden. Sonra direksiyon kutusu var. Bunların uzunlukları 1.5 metreye yakın olabiliyor. Bir de kalınlar falan. Hadi rulman olayını eğitim düzeyi falan desek; depodaki arkadaşlar arada bir kendi aralarında "Şu aks var ya, sana girsin ekiki" diye şakalaşıp bu ürünleri cinsel şakalarına alet ederler de, hiç birinden "şu rulman var ya, ona gireyim" gibisinden bir cümle duymadım ben. Gerçi içinden geçirenler vardır belki, bilemiyorum.

Şimdi anahtar deliği falan bekliyorum ben yetkili arkadaşlardan.

Neme lazım, ben bundan sonra rulmanlara pek dokunmayayım da.

20110516

Önce Yazı Bekledim, Sonra Yazın Bekledim

Çeyrek yüzyılı çoktan devirdiğim şu ömrümde çıkardığım en büyük derslerden biri de İstanbul'da yaşıyorsan ve hava aylardan sonra ilk kez güzelleştiyse o gün dışarı çıkmaman gerektiğidir. İlla hava alayım diyorsan balkondan dışarı sarkacaksın, daha extreme bir şey olsun diyorsan kapının önüne inip çekirdek çitleyeceksin falan. Kesinlikle sahile ineyim, iki dolaşayım demeyeceksin.

Ama insanız işte, akıllanmıyoruz.

Malum hava şahaneydi İstanbul'da haftasonu.

Biz de o gazla (ben bile) sabahın 11'inde (pazar günleri saat 16:00'ya kadar sabahtır benim için) kahvaltıya çıkmaya niyetlendik çekirdek (çitlediğimiz değil) kadro. Gittik kahvaltımızı yaptık, marinada olmamız sebebiyle birleşip bir yelkenliye girerek kafamıza estikçe adaları turlama planlarımızı bir kez daha gözden geçirdik, (bizdeki vizyona da bak, millet yelkenliyle dünya turu hayal eder, biz adalar) sonra kahve içelim diye caddeye yönlendik.

Caddeye gitmemiz bir saat, park yeri bulmamız 40 dakikamızı aldı, tek istediğimizse birer kahve içmekti. Bana kalsa o kadar yer aramayı bırakıp eve dönerdim de ikna edemedim bizimkileri.

Güç bela girdik kahveciye, orda da 20 dk sipariş sırası, 20 dakika da kahvelere erişim sırası bekledik. Dayanamadım bi yerden sonra, "arkadaşım kahveyi veremeyeceksen yandaki büfeden cola alıp geleceğim ben" dedim, ama anlamadı kafası zaten yeterince karışmış olan barista.

Neyse ki kavuştuğum kahveyi içmek için sıra beklemedim, ağzımla kahve fincanı bardağı arasında hiç insan yoktu şaşırtıcı bir biçimde.

Nice sonra aklımıza geldi, sahile inip de çimlerde mayışmak.

İşin özü, aylardır yazı bekledik; yaz yüzünü biraz gösterince de her yerde sıra bekledik.

20110515

Paralel sokak

Her sabah işe giderken kullandığım yolda, trafiğin her sabah sıkışık olduğu noktaların birinde kendi çapımda bir uyanıklık yapıyorum.

Önce sağa, sonra da sola sinyalimi verip; trafiğin sıkışık olduğu caddeye paralel bir sokaktan devam ediyorum bir süre. Caddeden sapmadan önce de bir referans alıyorum kendime, genelde bir otobüs, servis aracı falan.

Paralel sokaktan ilerleyip caddeye çıktığımda o otobüsün kaç araba ilersinde olduğuma bakıyorum. Kaç araba ilersindeysem kendi kendime o kadar seviniyorum.

20110508

Ankara'dan Ayrılış, Hep Ayrılış

Behzat ç. izledim de az önce ben.

Bahar'ın İstanbul'a gitmek üzere Ankara'dan ayrılış sahnesi falan. Ankara Gar'da çok anım yoktur benim. Ne sevdiklerim beni uğurlarken yavaş yavaş hızlanan trenin yanında biraz koştu, ne ben sevdiklerimi uğurlarken aynı şeyi yaptım. Genelde Aşti ile muhatap oldum bu konuda şimdiye kadar ki otobüsün peşinde koşana da salak gözüyle bakılacağı için böyle bir sahne yaşanmadı uğurlamalarımda, uğurlanmalarımda. Salak gözüyle bakılmasa da bir sonraki otobüsün altında kalırdı muhtemelen otobüs peşinde koşan. Hiç gerek yok ekstra bir drama.

Düşündüm sonra. Ankara'dan ayrılış, hele bir de İstanbul'a gitmek üzere; geride birini bırakarak yapılıyorsa, her zaman ayrılış. Kimi zaman kadındır İstanbul'a gitmek üzere ayrılan, sevdiğinden ayrılan; kimi zaman adam, sevdiği kadından ayrılmak zorunda kalan. Kimi zaman gözyaşı olur o ayrılıkta iki tarafta da, kimi zaman gözlerini kaçırır birbirinden iki taraf da. Kimi zaman er geç döneceğini bilirsin gidenin, kimi zaman bir daha hiç dönmeyeceğini.

Ama bana sorarsan, Ankara'dan İstanbul'a ayrılışlar hep ayrılış içindir, hiç kavuşma için değil.

Beceremiyorsanız Kısaltmayın

Bir takım kısaltmalar bana hem komik, hem de sıkıcı geliyor. Özellikle de dernek isimlerinin kısaltmaları.

İş adamları derneklerinin isimlerinin kısaltmalarının %90'ının "iad", %5'inin de ad ile bitmesi gibi. mikiad, şukuyad, tokiad, falan.

asdhgklasgiad diye bir şey görsem bir gün, bileceğim ki "internette random gülmeyi seven iş adamları derneği" nin kısa hali bu, kesin.

Bir de 2-3 gün önce radyoda duydum mesela, "tüm tüketiciler derneği". Kısaltması inşallah Tümtükder değildir.

Tümtükder ne lan? S harfini T diye söyleyen adamın Sümsükder diyemeyen hali gibi. Sümsükder diye bir kısaltma görmem de olası gerçi, açılımı da muhtemelen "sükse yapmayı seven sümüklüler derneği" falan olur; malum memlekette dernek kurma hakkı var.

Kurun tabi derneklerinizi de, isim -en azından kısaltma- konusunda biraz özen gösterin gözünüzü seveyim.

Germeyin beni.



Not: Şimdi baktım, Tüm Tüketiciler Derneği değilmiş o duyduğum derneğin adı. Tüm Tüketicileri Koruma Derneği'ymiş. Web siteleri ise bir facia.

20110501

Kurtuluş

Ara ara, hele bi de Behzat Ç'yi izlerken tekrar Ankara'ya yerleşmek geliyor içimden.

Bi ev tutup yerleşmek.

Öyle Çukurambar'da falan da olmasın evim, Kurtuluş'da eski bir ev olsun, 2 oda bir salon. Evin önünde park yeri derdi, apartmanda gürültü yapan üniversite öğrencileri olsun.

Araba da kullanmayayım hatta, önce Ankaray'a binip Kızılay'a gideyim, ordan da otobüse bineyim nereye gideceksem.

Geceleri Tunalı'ya, Bestekar'a falan gideyim. Hatta SSK eski haline dönsün de oralara gideyim. Gölge'ye gidip istisnasız her gittiğimde depresif bir insanın tek başına camdan dışarı izlediği köşeyi gözleyip "bu kez kim orda olacak" diye merak edeyim. Arada ben de bakayım Sakarya'nın kalabalığına, leşliğine.

Sarhoş olacak kadar içip, çıktığımda bir kokoreç yiyeyim. Sonra sallana sallana yürüyerek evime döneyim.

Ama Ankara'da yaşadığım zamanlardaki arkadaşlarım olsun yanımda, yokluğumda onlardan hiçbir şey eksilmemiş olsun.

Olmaz mı?