20090430

Bahar

1.5 aydır falan bir görünüp iki kaybolan bahar adam akıllı gelse bi.

Gelse de içimiz şenlense, dilimize şu şarkı dolansa.

Tam bahar şarkısı gibi gelir bana hep. İlk piyasaya çıktığında da bahar aylarıydı sanırım.

"hey baby, come around"

Mayıs

1 Mayıs yarın. Akla ilk gelenden daha farklı bir anlamı var benim için bu tarihin.

Kaşımdaki izin oluşması o tarihe tekabül eder.

30 Nisanı bir Mayısa bağlayan gece minik bir kaza sonucu kafamı gözümü yardıktan sonra yüzümün halinin farkında olmadan uykuma devam etmiştim.

Ertesi gün gördüğüm manzaradan sonra hastaneye koştum. Benim derdim olayın ciddi bir rahatsızlık olabileceğinden ziyade yarılan alnım, kaşım ve dudağımın orda iz kalıp kalmayacağıydı.

Hastanede hemşireyle şöyle kısacık bir diyalog yaşamıştık hatta;

- Nasıl oldu?
- Kapıya çarptım desem inanacak mısınız?
- I ıh.

Neyse ki doktor inanmıştı da olayın ciddi bir sebebi olabileceğini falan söylemişti.

Away

Dün Yeşim mesaj attı gece 12 de falan. Baktım, "neyin var, merak ettim" yazmış. "birşeyim yok noldu ki" gibisinden bi cevap yazdım ben de.

"Msn'de seni away olarak göremeyince merak ettim" dedi.

Sanırım çok yakınımdaki insanlar arasında bile hala alışamayanlar var genelde msn'i telesekreter gibi kullanıp bilgisayarın başında -hatta evin başında- olmadığım zamanlarda bile açık bırakıyor oluşuma.

Ya da Msn ile fazla bütünleştirmiş beni, kalp atışımdan değil msn'de görünüyor oluşumu hayat belirtisi olarak kabul ediyor.

Çiçek Trafiği

Dün 3.5-4 kilometrelik yolu yarım saatte alabildiğim bir trafiğe yakalandım.

O süreçte yanımdan geçen dokuz tane çiçekçi saydım ve iki tanesi hariç yüzüme bile bakmadılar yanımdan geçerlerken.

Çiçekçinin uzmanı da böyle oluyor sanırım.

Daha yaklaşırken anlıyorlar potansiyel müşterinin hayatında çiçek alacak biri olup olmadığını.

Bir de bir gün sırf bir güzellik olsun diye çiçeğin parasını verip çiçeği önümdeki/arkamdaki hanım/kadın/bayan (niye seçemedim sıfatı?) sürücüye göndermek istiyorum.

Sırf trafikte sinirleri gevşeyen bir insanı gülümsetebilmek adına.

Ama korkuyorum çiçeği gönderdiğim insan evli falan çıkar da başıma iş alırım diye.

Bkz: Elinden geçmek

Dün akşam üzeri kadıköye uğramam gerekti. Yürümem gereken yolu arşınlarken iki kızın yanından geçiyordum ki "Benim de elimden çok erkek geçti ama..." diye başlayan sonunu yakalayamadığım bir cümle duydum kızların birinden.

Gayri ihtiyari dönüp bakmışım kıza. Hani özünde çok iyi insandır belki falan bilemem ama fiziken bakınca ergen çağlarında, hacimsel olarak xl ile xxl arası gidip geldiğini tahmin ettiğim bir insan.

Ona mı acısam, onun elinden geçmek durumunda kalacak kadar çaresiz kalan -ve onun deyimiyle çok sayıdaki- erkeğe mi acısam bilemedim.

20090429

Evli Facebook

Facebook'ta eşi ve kendi adına tek bir kullanıcı hesabı açan evli insanlar görüyorum.

"Ayşe ve Mehmet Bizciddençapsızız" gibisinden.

Ve bu insanların cidden çapsız olduğunu düşünüyorum.

Tamam ne güzel evlenmişsiniz, mutlusunuz, bir yastıkta kocayınız.
Bir ömür birlikte olmayı planlıyorsunuz.

Ben mi facebooku çok ciddiye alıyorum bilmem ama bana karakterinden, bir birey olmaktan ödün vermek gibi geliyor böyle bir durum.

Ne o öyle, kapı ziline isim yazdırır gibi.


Kendime Not: Millet istediğini yapsın diyorum, yaptıklarında da böyle sorguluyorum.

20090428

Küs

Görüşemediğim, ya da yorgunluktan/ o an daha önemli bir işim olduğundan vs. görüşmek istemediğim arkadaşlarımın bazılarının bu görüşmeme durumunu kriz haline getirmeleri canımı sıkıyor.

Krizin küslüğe kadar götürüldüğü durumlarda ise karşı tarafa görüşememizin mantıklı sebeplerini açıklama çabam bir anda sönüp gidiyor.

Eternal Sunshine

Geçen hafta Eternal Sunshine of the Spotless Mind haftasıydı sanırım.

Takip ettiğim blogların ikisinde birer gün arayla filmle ilgili iki post görmemin dışında şimdi hatırlayamadığım bir yerde de söz konusu filmin muhabbeti açıldı.

Hep beraber mi izlediniz naptınız?

20090426

Minilerin En Büyüğü

Hürriyet bugun puzzle vermiş bi tane. Mini puzzle ama büyük boy. Miniklerin büyüğü.

İtalyanca notlarını aldığım kurs arkadaşımın not tutarken önemli yerlere fransızca not düşmüş olması da beni sevindirdi.

Yeşil bi çakmağım daha var artık.




20090425

What's on your mind?

Facebooktaki muhtelif olaylar için kullanılabilen "like" butonu fena bir zımbırtı değil bence.

Yalnız öyle şuursuz insanlar var ki, komik durumlar ortaya çıkarıyor bazen.

Adam status (what are you doing right now?/What's on your mind?/Where did you sleep last night?... burdaki cümle de ayda bir değişiyor mu ne?) kısmına gayet olumsuz bir şey yazıyor yeri geldiğinde.

"Alican is bombok" mesela.


Altına bakıyorsun,

"5 people like this"

Arkadaşım, adam bombok durumdayım diyor, nesi hoşuna gitti. Adamın bombok olması senin hoşuna gidiyorsa o adamla nasıl arkadaşsın/niye senin arkadaş listende?

Diye sorgulayasım geliyor ama yapmıyorum tabi.

Felis Domesticus

Ailenin tek çocuğu olarak yaklaşık on yıldır kendilerinden uzak yaşıyor olmama annemin 32 yıl çalışıp geçen yaz emekli olduktan sonra içine girdiği napacağını bilememe hali de eklenmiş olacak ki, kedi almış bizimkiler.

Ailemle yaşadığım 18 yıl boyunca "köpek" diye inlememe rağmen muhabbet kuşu ve balık dışında bir ev hayvanı beslenememişti bizim evde. (Civciv ve tavşan besleme girişimlerimi saymıyorum)

Gerçi annemin sempatisi vardır ev hayvanlarına karşı. Ananemin papağanına papağanın yıllar önce bacağımı ısırmış olmasına rağmen sempatiyle yaklaşırdı hep.

Babam da hayvan sever, tatil falan dinlemez gider işyerinin bekçi köpeklerini eliyle besler. Ama evde gezinen bir hayvana karşıydı hep.

2 gün önce elinde şu kediyle çıkmış gelmiş. Çok cins bir kedi olduğunu iddia ediyor, ama benim fotoğraflardan anladığım kadarıyla bildiğin tekir. (O da bir cins tabi). Kendisine söyleyemedim tabi hevesi kırılmasın diye.

Şimdi annem günde üç kez arayıp kedinin ne kadar hareketli olduğunu, kediyi teyzemlere gezmeye götürdüğünü falan anlatıyor, babam fotoğraf çekip gönderiyor falan.

Zaten annemin ağzından şu cümle düşmüyor: Tam senlik, bir sürü fotoğrafını çekersin.

Bir de isim bulmak lazım şimdi bu şirine.







20090423

Üşenmek

Belki yazmışımdır, hayatta yapmaya en çok üşendiğim üç şey var. Aslında bir çok şey var da, şu üçü işkence gibi gelenleri;

1. Çamaşır Asmak:
Daha makineden çıkarırken tüm çamaşırlar bir yumak halinde birbirine dolanmış şekilde gelmiyor mu eline, illet oluyorum. Yok onları ayıkla, sonra ütülemesi kolay olsun diye silkele, çamaşır ipine/askısına sığacak mı stresiyle kendince optimizasyon yaparak asmaya başla.

Üşengeçliğim yüzünden çamaşırları 3 gün makinada bıraktığım vakidir. Sonra mecburen bir daha yıka.

2. Benzin Almak:
Özellikle de depoyu dolduruyorsam. Yazmıştım bunu, uzatmayacağım.

3.
Bunun ne olduğunu unuttum. Hatırlayınca bu postu siler yeniden yazarım. Post üste çıksın hesabı.

Felsefe

Yin Yangın kolye ucu,
Karmanın Tarkan'ın ortaya çıkardığı bir düşünce şekli,
Kamasutranın da Japon futbolcu

olduğunu düşünebilecek insanlar var.

20090422

Hubble Yavrusu

Nasrettin Hoca gelip Hubble Teleskobu'nu ödünç istese, geri verirken de yanında şu lensi verip "Hubble doğurdu" dese hiç yadırgamam, inanır alırım lensi.

Lens falan demek de yanlış aslında böyle bir alete.

Fiyatı neymiş? 120.000 $

Hatta 120.000 :$ , söylerken utanıyorum resmen.
Ben 1200$ değerinde l serisi bi lens bile al(a)mıyorken..

O da amerika fiyatı sanırım. Türkiye'deki ötv, kdv vs ekleyince 300.000 falan olur herhalde. Bir şey değil amerikaya gidip gelen arkadaştan da rica edilmez ki, "abi gelirken şundan alsan bana" diye.

Onun bagaj hakkı da belli, yazık adama.

Bi de bunu gören herhangi bir kolluk kuvveti direk kolundan tutar içeri alır, ne iş lan Ergenekon mu falan diye. Bazuka gibi bildiğin.




"no i havent been getting anywhere"

20090421

Yasak Kardeşim

Elimde sigara, dumanı dışarı üflerken gelip "pardon burada sigara içebiliyor muyuz?" diye sorup "Hayır, yasak burda" cevabını aldıktan sonra "hımm ok teşekkürler" diyip giden insanlar var.

Ya adam çok şaşkındı, ya da bazen fazlasıyla ikna edici olabiliyorum konuşurken.

20090419

Slippery When Wet



"it doesn’t make a difference if we make it or not"

20090415

Beyin

Mevcut konumundan daha yukarısını hedefleyen, ancak yukarılara çıkmak için acele etmeyen biriyim.

Zamana bırakırım genelde hedeflerimi, gerçekleşmeyenler için hırs yapıp kendimi parçalamam.

İçinde bulunduğum konumdan, yaşadığım hayattan, yaptığım işten vs. çok nadiren şikayetçi olurum.

Ama şu aralar şikayetçiyim beynimin sürekli dolu olmasından. Hani böyle çok düşünürsün, sınav vardır saatlerce çalışırsın da zihnen çok yorulduğunu hissedersin ya. Hıh öyle bir şey değil işte benimki.

Son bir kaç aydır, sanırım sebebi büyük oranda iş stresi olmak üzere, zihinsel yorgunluktan ziyade beynimde resmen bir ağırlık hissediyorum. Sanki düşüncelerim fiziksel bir ağırlık da ihtiva ediyorlarmış gibi.

Sadece haftaiçi böyle hissediyor olsam neyse diyeceğim ama haftasonları da aynı his. Dinlenmek de fayda etmiyor yani.

Mevcut uğraşlarım da geçirmiyor beynimdeki bu ağırlığı. Hatta mevcut uğraşlarım da engelleniyor bu ağırlık sebebiyle.

Spora gidersem zorla gidiyorum.
Aklıma gelen ve buraya yazmak istediğim şeyleri biryerlere not etmekten öteye gidemiyorum. Yazmaya başlasam da yarıda kesiyorum ki bu postu tamamlamak için de resmen çaba sarfediyorum şu an.
Fotoğraf zaten çekemiyorum.

Normalde mesleğimin de getirisiyle gayet pratik zekalı olan ben şu aralar 4 işlemi kafadan yaparken bile zorlanıyorum bazen.

Zihnimin arınmasını sağlayacak bir yönteme ihtiyacım var ciddi anlamda.

20090414

Çift Simkart

10 yıldır falan cep telefonu kullanıyorsam bunun son 9.5 yılı aynı numara ve tek hat kullanarak geçti.

Hayatta beceremiyorum birden fazla hat kullanmayı. 2 girişimim oldu, bi annem öğretmen hattı aldı diye, bir de eski sevgilim yine ücretsiz konuşabilelim diye yeni bir hat aldı diye.

Annemin aldığı hattı hiç kullanmadım gibi bir şey. Eski sevgilimin aldığı hattın takılı olduğu telefon da hep evde durur, ancak akşamları konuşurken işe yarardı.

Taşıyamıyorum öyle 2 telefon falan.

Asıl önemli olan, sürekli hat değiştiren ve "yeni numaram şu şu..", "yeni hat aldım, diğeri kapalıysa bundan ulaşırsın" gibi mesajlar atmayı adet haline getiren arkadaşlarımı bir süre sonra hiç aramamaya başlıyorum.

1. Muhtemelen bu ikinci hattım diye gönderdikleri numarayı kaydetmiyorum. Nasılolsa digeri var, ordan ulaşırım diye. Aradığımda o kapalı ya da kullanılmıyorsa ümidi kesiyorum

2. "Şimdi bu hattını arasam kesin diğeri takılıdır" diye düşünüp aramaya üşeniyorum.


Sürekli değişen ve birden fazla olan telefon hatlarından hoşlanmıyorum.

ALES

Okulu çok mu özledim nedir, sürekli bi derse girme, sınav geçme isteği var bende ne zamandır.
Geçen yıl açıköğretime başladım, vizelerim gayet iyi olmasına rağmen finallere girmediğim için kaldım ilk yıl. Şimdiye kadar atılmışımdır muhtemelen ki kayıt falan yenilemedim.

İşte şimdi de italyanca öğrenmeye başladım falan.

Bulunsun diye ales'e girmek istiyorum. Lakin bunu son üç yıldır falan istiyorum fakat başvuruları sürekli kaçırıyorum. (Lakin ve fakat aynı cümlede oldu mu?)

Ales başvurularını kaçırma konusunda ihtisas yapmak üzereyim. bi yıl daha kaçırsam 4 yıllık lisans programını tamamlamış gibi olacağım bu konuda.

20090412

Hande Yener

Hande Yener'i izliyorum şimdi okanda.

Hep kendine güvensiz gibi gelir bana. Böyle tutuk falan.

Şimdi bakıyorum da birden kendine bi güven ve onun sonucu olarak da yapmacık bir ukalalık gelmiş kendisine.

Hiç yakıştıramadığım kıyafetine de yansımış sanırım kendine güveni.

Kendine güvenmeyen hali daha iyiymiş.

20090410

Fantastik T-box

T-box bir ürün çıkarmış. Yeni çıkarmadıysa da ben önceki gün farkettim.

Ne işe yaradığını anlatmama gerek yok sanırım. Kimi insanı baya zorlayacak olan kütüphane, asansör, kumsal, uçak tuvaleti, mutfak tezgahı ve araba olarak sıralanan mekanlar var.

Fantastik bünyeler için ideal. Karanlıkta parlıyor bir de.





S Kuralları

x>0 olmak üzere aşka yön veren xS kurallarına yeni bir tane daha eklemek isterim.


3S kuralı;


Sevgi, Saygı, Sadakat.


Daha güzel değil mi? Uygulaması da diğerlerine göre daha kolay.


Bir de S harfi aşkta büyük yer kaplıyor sanırım.
Seni seviyorum derken 2 tane S var mesela.

Sonra bir ters bir düz S harfini tokuşturursanız şekildeki gibi barok tarzı bir kalp elde edebiliyorsunuz.

Evet, baroktan anladığım bu benim.


Bilgisayarım İnsan Yuttu

Bilgisayara usb portundan bir cihaz bağladığımda hep çıkan bir uyarı mıydı bilmiyorum. Sanmıyorum da.

Sanırım bilgisayarımın içine insan kaçtı usb portundan. Hem de başarıyla.




X Olsam

Geçen hafta aklımdan geçiyordu da yazamamıştım. Berraque'ın benzer postunu görünce aklıma geldi yine.
Geçen hafta aklımdan ne geçtiyse takip ettiğim blog yazarları bir bir yazıyor zaten, bilemedim.

"Ben kadın olsam kesin orospu olurdum" cümlesini kurmayan çok az erkek vardır sanırım ülke toprakları üzerinde.

Bu çok sarfedilen cümlenin belirtisiz nesnesini meslek olarak değil de "istediği zaman istediği insanla beraber olabilen" şeklinde algılıyorum ben. Yorumlarım da ona göre olacak.

Ben bunu, mevcut toplum yapısında cinselliği kadınlara göre çok daha rahat yaşamaya (yaşamaya çalışmaya) alışkın olan erkeklerin bir kadın olmaları durumunda da cinselliği aynı rahatlıkta yaşayabileceğini sanmasından ziyade, karşısındaki kadına bilinçaltından verilen "bak bence bunlar normal şeyler, ben senin yerinde olsam çok rahat olurdum. Sevişelim?" mesajı olarak yorumluyorum.

20090408

aty-2

Issız Bir Ada

Soru: Bana ıssız bir ada hediye edersen nolur?
Cevap: Issız adam olur.



"colder, crying over your shoulder "

Dolapta Minimalizme Karşıyım

Şimdi benim minimalizmden anladığım, "tasarım aşamasındayken, işlevselliğe bir şey katmıyorsa kullanma" şeklindedir. Literatürde tam karşılığı bu mu emin değilim.

Tanıma bakınca başlık az sonra yazacağım düşünceleri de tanımlamıyor. Aşağıda minimalizm "minicik" anlamında kullanılıyor.

Pek düzenli bir insan olmadığımdan masadır, dolaptır, bilgisayar harddiskidir... Bu tip yerlere pek sığamayan bir insanım. Harddiske kendimi sığdırmaya çalışmıyorum tabi. Bilgisayarımda aynı dosyalardan birden fazla yerde mevzilenmesinden, indirdiğim filmleri cdye çektiğim halde harddiskten silmeye üşendiğimden bahsediyorum burda.

Neyse. Özellikle dolap konusunda çok sıkıntılıyım. Bülent Ersoy kadar geniş bir kıyafet yelpazem yok elbet, ama tarih boyunca mevcut dolap/gardırop (tdk öyle diyor) gibi istifleme araçlarına kıyafetlerimi bi türlü sığdıramadım.

Sığdıramamaktan ziyade, düzenli sığdıramadım. Yoksa tıkıştırınca gayet sığıyorlar, ama o zaman da her giyişte ütülemek falan gerekiyor kıyafetleri.

Hadi evi geçtim, orası benim alanım sonuçta, daha rahatım.

Ama spor salonuna gidiyorum mesela. Minicik dolap ve o dolaba spor çantasını, montumu, kazağımı, kotumu, ayakkabılarımı, havluları vs. sığdırmam bekleniyor.

Yiyosa sığdır.

Tıkıştırıyorum onları da mecburen. O zaman da giyinip soyunurken sorun oluyor.

"Aa tüh çantayı havlunun üzerine tıkmıştım, duş almak için önce montu kenara itip sonra çantayı çıkarıp sonra havluyu almam gerekecek" falan diye düşünüp beziyorum. Hadi bu da neyse, geçici bi süreç sonuçta.

Askerdeyken durum çok içler acısıydı.

Askerdeki dolaplar da haliyle yeterince minimal tasarlanmış. Dolapların kapaklarında da dolap düzenini anlatır şemalar vardır. Havlu buraya, tıraş takımı buraya, vs. diye gösterir. Bi de öyle güzel göstermişler ki, bakınca senin dolabın da öyle olacak sanırsın.

Ben o kadar uğraştım, bi türlü tutturamadım o düzeni. Bunun çamaşırı var, çorabı var, traş takımı, içliği, havlusu, yiyecek içeceği var. Evimde kullandığım dolap olsa yine sığdıramam o kadar şeyi.

İşin garibi dolabı o şemadaki kadar düzenli insanlar vardı. Ciddi manada hayranlık duyardım kendilerine.

Askerdeyken sanırım iki kez düzenli oldu dolabım. Biri askere ilk gittiğim gün dolabıma yerleşmeden önce, diğeri de askerliğim bittiği gün dolabımı boşalttıktan sonra.

Sonuçta askerdesin. Muhtemelen hayatın boyunca görmediğin bir disiplin içinde yaşamak zorundasın. Dolap düzeni falan da bazen öyle önemli oluyor ki. Çarşının kitlenmesine bile sebep oluyor dolabındaki bir düzensizlik.

Askerde en büyük korkulardan biri çarşı kitlenmesidir. En azından benim açımdan öyleydi.

İki hafta boyunca tamamı erkek olan aynı insanlarla beraber yaşadıktan sonra yarım gün olsun farklı insanlar görmenin değeri konusunda bir reklam filmi çekebilir mesela visa card mıydı master card mıydı hangisiyse.

Benim dolap bırakın düzenli olmayı, taburun kantininde bulunmayan gıda ürünleri ihtiva ediyordu. nescafe üçü bir arada içmediğim için kahvemi dışardan getiriyordum. Tüp tüp bal götürüyordum enerji versin diye falan. Bir aramada dolabımdaki nevalelerin sadece yarısı bulunduğu halde (diğer yarısını arama olduğunu öğrenince başka yere kaçırmıştım) komutanlar arasında "oha buro" gibisinden şaşkınlıklara sebep olmuştum.

Neyse ki çarşım hiç kitlenmedi dolabım yüzünden.

Ama ne stresler çektim bir bilseniz.

Bi de mesleğim gereği alanları en verimli şekilde kullanmak üzere falan eğitildim ben. Ama dolap konusunda imkansız bu. Kusura bakmayın.

Sonuç olarak;

Minimalizm güzel bir şey. Dolaplarda uygulanmadığı sürece.


Yazı da çok dağınık oldu.


"this one world vision turns us into compromise"

Yok Deve

Bizim şirketin önünden üç tane deve geçti az önce.
Bildiğin çölde falan gezen arazi tiplerinden. Kocaman, hörgüçlü falan.

Yeni açılacak bir süpermarketin reklamını yapıyorlarmış meğer.
Develerin ikisinin üzerinde de bugüne kadar kasiyer olarak işe alındıklarını sandıklarını tahmin ettiğim iki bayan oturuyordu.
Develer yalpalaya yalpalaya yürüdükçe onlar da sallanıyordu bir ileri bir geri. İndiklerinde nasıl hissedecekler merak ediyorum.

20090407

Esrarengiz Kızıl

Önceki gün 4 kişi yemek yiyorduk birazdan göreceğiniz salondaki masamızda. Nerden aklına geldiyse içimizden biri tavana bakma isteği hissetti ve esrarengiz kırmızı noktaları farketti. Ki o noktalar da az sonra.

Önce "Ohaaa oraya ketçap mı fışkırtmışız helal"
nidaları yükseldi ben hariç herkesten.

Ben biraz sessiz kalmayı tercih ettim. Küçük bir incelemeden sonra, o lekelerin ketçap lekesi olamayacağı düşünüldü ve gözler bana çevrildi yavaş yavaş. Sessiz kalmakla şüpheleri daha da arttırmıştım sanırım.

Evet, olayın 3-4 gün öncesi parmak boyaları fırça yardımıyla beyaz bant üzerine sürmek gibi ufak boyama çalışmalarım olmuştu aklımdaki fotoğrafları çekebilmek için.

Ama şekilde de görebileceğiniz üzere minicik suç aletinin o kıvamlı boyayı o kadar yükseğe sıçratabilmesinin imkanı yok bence.

İstesem yapamam o mesafeden öylesine bir atış.

Ama buna benim dışımda kimse inanmadığı için kriminal memur kimliğime bürünerek olay yerini tekrar araştırdım, tüm delilleri tekrar değerlendirdim.

Yok ben yapmış olamam.

Ama adalete saygım sonsuz, karar sizin sayın jüri.



Oto Yıkama

Aracınızı yıkattığınız yıkamacının kalitesini gösteren en önemli kriterlerden biri de;
yıkama işlemi sonunda aracınızı teslim aldığınızda radyonuzun frekansını bıraktığınız gibi bulmaktır.

20090405

Italian for Dummies

Aynı başlık formasyonunu 2-3 post önce de kullandığımın farkındayım ancak konu için başka da başlık bulamadım.

Yıllardır italyanca diye sayıklarım, ama bi türlü başlayamamıştım öğrenmeye. Askerdeyken yedi yabancı dil bilen bir arkadaşımın da yardımıyla kendi kendime uğraşmıştım ancak bir iki haftadan öteye gidememişti o da.

3-4 aydır son derece kararlıydım kursa başlamaya. Bu süre "İtalyancayı napcan, işine yaramaz ki. İspanyolcaya başla bari" cümlesini nerden baksan elli kez duyarak geçti.

Ben de biliyorum ispanyolca dünyada daha geçerli bi dil. Bir türlü anlatamadım insanlara yabancı bir dili öğrenmeye de hobi gözüyle bakılabileceğini. Çok işime yaramasa da olur.

Neyse bugün gittim kurs kaydı için İtalyan Kültüre. Anladım ki italyanca konusunda beni en fazla zorlayacak şey sınıflara ulaşmak olacak. 4 kat dimdik merdivenleri çıkana kadar canım çıktı, görevliyle konuşurken nefes nefeseydim kayıt formunu zor doldurdum vs. Sözde spora gidiyoruz, yıllar öncesinden spor geçmişimiz var falan. Ah sigara ah.

Kayıt formunun meslek kısmına da mühendis yazmıştım. Ordaki görevli mühendisi görünce tam bir türk mantığıyla

"Bilgisayardan anlar mısın?" diye sordu.

"Derdimi anlatacak kadar, eki eki" diye dilimin ucuna kadar geldi ama yok dedim bu cümleyi italyanca biliyor musun diye soranlara karşı kullanmam lazım.

Virüs varmış bilgisayarında, tarama yapıyormuş ama bi saattir bitmemiş. Biter biter merak etme dedim gayet kendimden emin bi şekilde. İnandı o da. Bitmiştir umarım. Neyse iyi kötü bi tanışıklık oldu yarın öbürgün adama işimiz düşer falan.

Sonuçta yaptırdım kaydımı, haftaya başlıyor kursumuz umarım.

20090403

Pozitif Ayrımcılık

Sigara, cola vs. günlük alışverişimi migros yavrusu şok'tan yapıyorum genelde.

Şok'tan hiç hazzetmiyorum aslında. Ama yolumun üzerinde daha düzgün market bulunmaması, bünyemde üşengeçlik bulunmasıyla birleşince ortaya çıkan sonuç ŞOK oluyor işte.

Bugün gittim yine şoka. Alışveriş yaparken de ordaki görevlilerin birine elindeki -üzerinde içeriğinin gramajı ve kilogram fiyatı yazan- tavuk pirzola mı artık neyse ona benzer paketi göstererek

"Ayy pardon bunun üzerinde kilosu 5 milyon yazıyor ama ben anlayamadım kilosu mu beş milyon yolsa paketi mi" diye soran gerizekalı bir kadına rasladım.

Kusura bakmayın yani bu soruyu soran insan cidden gerizekalıdır.

Ben elimde 4-5 parça birşeyle kasaya gittim. Baktım arkamdan biri geliyor. Bizim gerizekalı.
İki kasanın sadece bir tanesi çalışıyor zaten. Kasaya bıraktım aldıklarımı. Sonra yan kasanın orda ikamet etmiş sakız türevlerine yöneldim toplasan 10 saniye falan sürdü.

Kasiyer çocuk ondan da gerizekalıymış ki benim 2 sn içinde kasanın başında olacağımı gördüğü halde sıramı o gerzek kadına verdi bana hiç sormadan.

Hep diyorum sakin bir insanım diye. Beni sinirlendiren çok az şeyden biri de bana hiç danışılmadan benim adıma karar verilmesidir.

Ben daha çocukken annem-babam her konuda fikrimi sorardı, o konuyla ilgili fikir yürütemeyecek kadar küçük olsam da. Adıma karar verilmesinin getirdiği tahammülsüzlüğün kaynağı da bu sanırım.

Gerzeğin elinde sadece 2 tane paket olduğu için sesimi çıkarmadım. Ama gerzek kasiyer, gerzek kadına "bugün calgonit bilmemne paketinde indirim var, almak ister misiniz" diyip kadının algılarını zorlayınca bi dellendim. Kadın zaten salak, o kampanyanın karlı olup olmadığını anlaması 2-3 dakika aldı.

Dayanamadım, "Sıramı verdiniz bari oyalamayın calgonit falan" dedim kasiyer gerzeğine.

Neyse sonunda aldı calgonitleri kadın.

Kasiyer bi de kusura bakmayın, diyor utanmadan. Dedim ne kusura bakmayacam, gözümün önünde sıramı verdin. Eminim yapmazdı sıramı alan insan kadın değil de erkek olsaydı.

Ödemeyi yaptım çıktım. Baktım arabamın önündeki araba sinirlerimi hoplatan kadına ait.

Kadın geri geri geliyor üstelik!!

Heh dedim, tamponuma da dokundur, tam olsun. Dokundurmadı neyse ki.

Habertürk alacaktım, onu da unuttum iki gerzek yüzünden.

Pozitif ayrımcılık kötü bir şey.

O da bir ayrımcılık neticede.

Piliç for Dummies

Şen piliç reklamı şu sıralar "üründen soğutan reklamlar" sıralamamda açık ara farkla birinci sırada.

"Reklamın iyisi kötüsü olmaz" diyene bu tezi çürütmek için DANN diye rahatlıkla gösterebileceğiniz reklam.

Şen piliç'in önceki reklamları da zaten berbattı. Anne, baba, babanne, vs. geniş aile fırının başında tavuğun pişmesini bekliyorlardı bi şenlik havasında. Dans ediyorlardı falan.

Bi tanecik tavuğu yanında istediğin kadar garnitür, yan yemek, ara sıcakla falan servis et, yine o aileyi doyurmaz bi kere.

Son reklamsa bildiğin facia.

Evin annesi pilicin/tavuğun pişmesini beklerken tavuk gibi dansetmeye başlıyor falan. Ki o bayanın (adı aklımda değil) oyunculuğunu da beğenmem pek.

O reklamı ortaya çıkaran ekibi bir, reklama onay veren firma yetkililerini iki kez kınıyorum.

Bundan sonra yediğim tavuğun Şenpiliç markası taşıdığını bilsem hayatta yemem sanırım. O tavuk gibi danseden kadın gelir aklıma.

Reklamcılık cidden çok emek isteyen, zor bi meslek benim gözümde.

Ama şunları gördükçe de içimden geçmiyor değil reklamcı olabilirmişim diye.

Hayatın Fragmanı

Uzun süredir olmadığı kadar keyifsiz çıktım bugün işten. Kafam hafif dağınık düştüğüm ev yolunda birden bi plastik top fırladı önüme. Birazcık yavaşlayıp önümden geçmesine izin verirken o topun yola fırlayışını izleyen çocukları düşündüm. Nasıl da stres olmuşlardır, "eyvah ezilip patlayacak" diye.

Ya da olmamışlar mıdır?

Kendi çocukluğum geldi aklıma, biz çok korkardık topumuz yola kaçtığında bir araba ezip topumuzu patlatacak diye.

Bazen ıskalardı araba. Bazen arabanın altından geçer giderdi top. Birşey olmazdı o zaman.

Arabanın tekerleri altında kaldığında çıkan patlama sesini duyunca hepimizin içi cız ederdi.
O ses oyunun muhtemelen bittiğinin işaretçisiydi çünkü.
Bazen de top tekerlerin altında ezilir, yine de patlamazdı. Ölümden dönmüş bir insan gibi.

Şimdi düşünüyorum da kaç paralık plastik bir top alt tarafı. Bazen küçücük şeyler cidden çok önemli olabiliyor insanın gözünde.

Topumuz yola fırladığında patlayacak diye korktuğumuz arkadaşlarımın bir kaç tanesi hala yanımda. 20 yıla yakın bir süredir yani.

Ne kadar şanslıyım bu konuda....


Cd playerda da like a stone çalıyordu aklımdan bunlar geçerken.

Bu kez o şarkıyı ilk kez duyup çok sevdiğim üniversite yıllarım geldi aklıma. Zaten çok sık dinlerim ama normalde pek aklıma gelmez dinlerken.

O sıralar bir arkadaşım arayıp
"gölgedeyim, gelsene sen de" demişti.
"Arkada çalan like a stone mu?" diye sormuştum ben de.

Evet, dedi.
Tamam, geliyorum dedim.

Aramayıp mesaj atmış olsa gitmeyecektim. Çünkü o an gitmemi sağlayan şarkıyı duymamış olacaktım.

Sonra sevgilim oldu o arkadaşım. Bir muhabbet arasında, benim o gün bu şarkı yüzünden gittiğimden habersizken "o gün like a stone çalarken aklıma geldin, yoksa çağırmazdım" demişti o da.

Bir şarkı bazen insanın kaderine etki edebiliyor cidden.

Kısa süren, ama hala hatırladıkça olayın diğer kahramanı arkadaşımla birbirimize anlatıp güldüğümüz minik anılar yaşamamızı sağlayan bir ilişki yaşatmıştı bana.

Trafik ışıklarında beklerken cama yanaşan küçük çingene kızdan da bir demet papatya aldım pek adetim olmadığı halde.

Alsam kime vereceğim düüşncesini aklımdan geçirmeden.

Erman'a veririm en kötü ihtimalle. Gerçi o da gelmedi hala eve.

"and if we're good, we'll lay to rest anywhere we want to go"

Görüntülü Telefon

Son zamanlarda fazlaca gündemde ya telefon dinleme olayları falan. Toplumda önemli bir konumda olduğunu söyleyebileceğimiz insanların neredeyse tamamının telefonu dinleniyor falan. Hatta benim bile dinleniyorsa şaşırmam yani. Neyse ki telefonda çok konuşmuyorum öyle. En fazla napıyosun diye sorana "mayıştım oturuyorum" falan diyorum ki o da şifreli bi mesaj falan değil. Valla.

Neyse. Şu görüntülü telefonlar iyice yaygınlaşınca nolacak halimiz? Telefon izleme diye bir kavram da çıkacak mı ki ortaya.

20090402

Havalar İçin Haftalık Burç Yorumu

Sevgili hava, bu hafta etkisi altına gireceğiniz ikizler sizi kötü etkileyecek.
Bir gün insanları terletecek kadar güneşli, ertesi gün bir önceki gün sergilediğiniz davranışlara güvenerek don paça dışarı çıkan insanları hasta etmeye yetecek kadar soğuk ve mesafeli olacaksınız.

Bu kritik dönemde davranışlarınıza dikkat etmeli, sıcak halinizi sevenleri üzmemeye özen göstermelisiniz.
Kulağınız bol bol çınlayabilir, bilin ki bu onlardan yediğiniz küfürlerin etkisindendir.

20090401

Geldi

Bahar şarkısı


REM imitation of life
Yükleyen Xylantia