20110831

Domain şeysi

O kadar demokratik bir insanım ki blogum için alacağım domain için blogu takip eden (hepi topu kaç kişi zaten) insanlara da fikir belirtmeleri için danışıyorum. Durumun bu konuyu düşünmeye üşeniyor olmamla ya da kararsızlığımla alakası yok.

Yorum olarak şeyederseniz zahmet edip

20110829

Mıck












- İsmini nasıl bilebiliyor da Rufus diyince tepki veriyor, hayret.
- Öp dediğinde öpüyor bile anne, ismini bildiğine mi şaşıyorsun?







20110828

Rbço

Şu sıralar yaptığım aile ziyareti sayesinde pek bir özlediğim Rufus'la da hasret gidermeye çalışma fırsatım oldu. Rufus görmeyeli şimdiye kadar gördüğüm en büyük ev kedisi kadar büyümüş. Göbek falan da gitmiş, eski fit haline geri dönmüş. 

Bu arada hasret gidermek derken, yarım metre öteden hasret gidermeye çalışıyorum zira annemin ısrarlı "öp diyince öpüyor" iddialarına rağmen beni hala yanına yaklaştırmıyor. Yaklaşırsam da alışık olduğum pati ve ısırık kombolarını tattırıyor ve eski günleri yadediyoruz böylece. 

Rufus'un da işi zor gerçi, günün büyük kısmını "oğluuuum gel" "hadi koş koş odana" tarzında dilek ve temennilerine maruz kalarak geçiriyor. Salonda iki dakika kafayı dinleyeyim dese rahat yok çocuğa. 

Sanırım bir de köpek edinmem gerekecek bizimkiler için. Annemin "gel oğlum", babamın "hadi yuvarlan" telkinlerini seve seve yerine getirir de hem bizimkiler rahatlar hem Rufus. Belki babamın terliklerini bile getirir.

Sorunu çözmek için ikinci bir yol da bizimkilere kedi ve köpek arasındaki davranışsal farklılıkları anlatmak; kedinin başına buyruk bir hayvan olduğunu, sevilmek/oyun oynamak için hazır kıta beklemediğini, hele kendisiyle gel, yat gibi emir kipinde konuşulmasından hiç hoşlanmadığını fark etmelerini sağlamak. Ki bu davranışlar normal bir kedi için geçerli ve bizim karşımızda utanmasa davranış biçimiyle literatüre girecek Rufus var. Gel gör ki bunları bizimkilere anlatmak için çok geç. Anlatmaya kalksam da "Rufuus gel. Hıh, sen ne anlatıyordun oğlum?" şeklinde devam eder çabam. 

Hadi hepsini geçtim, Freud falan gelse kurtaramayacak anneciğimi bir yerden sonra. 

Sanırım en iyisi bir golden falan. 

20110827

Kara

Bir adam vardı. 

Battıktan sonra gemisi, tam da okyanus ortasında filikada; bir başına kalmaya alışmışken bir rüzgar çıktı, sürükledi onu birden beliriveren karaya. Minik bir adaya. Önce bir çeşit serap sandı adam. Sonra gerçek olduğunu anladı. Öyle bir fırtına gibi değildi rüzgar da.  hafifçe, serin serin esip de sıcakta rahatlatan tatlı bir rüzgar. Bir meltem gibi. Arada mis kokular saçan. 

Fırtınaya kapılıp da karaya vurmadı.  Kayığıyla yanaşıp karaya çıktı adam, rüzgar onu sürüklemiş olsa da. Dönebilirdi denizine geri, dönmedi.  Çıkmasa karaya yine ölmeyecekti. Ama adam kalmayı tercih etti. 

Mavi güzeldi de kara rengarenkti. Yeşil vardı en çok, adamın en sevdiğinden. Papağanların kuyruğunda kırmızı vardı sonra; yaban lalelerinde sarı, eflatun, turuncu. Hele bir de gökkuşağı çıkardı ki yağmurdan sonra, her yanı rengarenk boyardı.

Sevdi karada yaşamayı. Alıştı. Kendine bir barınak yaptı, üşüdüğünde içine sığındı. 

O denizin ortasında yalnız, adaysa ıssızdı eskiden. O karaya çıktı, ada canlandı. 

Ara ara fırtınalar çıktı, depremler oldu. Bir seferinde barınağı yıkıldı fırtınadan, ama adam hemen ertesi gün tekrar yaptı. Gitmeyi düşünmedi karadan; depremler, fırtınalar her yerde olurdu. Hem sevmişti o karada yaşamayı. Öğrenmişti, yağmurlar bazen günler sürse de ıslanıp hasta olmamayı. 

Bir sabah bir gürültüyle uyandı. Önce yine deprem oluyor sandı. Daha önce de olmuştu. Çok uzun sürmezdi. Bekledi, geçer diye. Bekledi, bekledi.  Geçmedi. Deprem miydi, herneydiyse o, hiç dinmedi. 

Bir gümbürtü koptu ve kara suya batmaya, suyla bir olmaya başladı. Tamemen gömüldü sonra suya. Ada okyanusun dibine batarken adam artık hem karasız hem de kayıksız kaldı. "dalsam, çeksem yukarı" diye düşündü. Ama biliyordu, ne yapsa faydasızdı. O karadan gitmedi de daha zoru oldu, kara onu bıraktı.

Elinde adadan bir avuç toprak kaldı.

20110824

Nefes

Yangını söndürmek için alevin oksijenle temasını kesmelisin ya hani. 

Ciğerinin yanıyor olmasıysa derdin; tut nefesini, boğ kendini.

20110822

Gemi

Gemiler yakılmış, köprüler yıkılmış.
Geri dönebilmek için tek çare, uçmayı öğrenmek kalmış.

20110821

d=m/v

Enimiz boyumuz, yüksekliğimiz belli. Haliyle hacmimiz, bir araya gelince şu diyarda yaşayacaklarımıza kap etmek için limitimiz belli. 

Bizim elimizdeyse bir tek yaşayacaklarımızın yoğunluğunu ayarlama şansı var. Ne kadar yoğun; o kadar ağır, o kadar oturaklı kap.



Sahi, bir kilo pamuk mu daha ağırdır yoksa bir kilo demir mi?

Bıp

Sen küçücük şeylerle dertlenirken acı acı çalan sireni  duyup camdan aşağı bakarsın da trafiğin orta yerinde sıkışmış ambulansı görürsün. 

Sen küçücük şeylere dertlenirken dağ gibi adamın gözünün önünde eriyip gittiğini farketmezsin bile.  Farkedersin de gecikirsin; elinden bir şey gelmez, çaresizsin. 

Sonraları biri silkelenir de kendine gelirsin.

Çok sürmez ama, yine küçük şeylerle dertlenmenin peşine düşersin. 

Her seferinde kendine söz verir de tutmayı beceremezsin. 

20110820

NaZ

Ogün, demiştim. Çok huzurluydum.

Evet, farkındaydım, dedi o da. Öyle olmasa kimse "baksana bayrağa, ne güzel dalgalanıyor nazlı nazlı" demezdi. Buna dikkat etmezdi bile.

Fahrenheit -40

Termometrede fahrenheit ve celcius bile bir noktada aynı değeri gösterebiliyorsa, ki bu nokta -40 ve onu görebiliyorsan normal şartlarda donarak ölmek üzeresindir muhtemelen, birbirinden tamamen kopuk iki insanın da anlaşabileceği ortak bir nokta vardır.

O noktayı ölüm eşiğine gelmeden bulursun şanslıysan.

alış (vermeyiş)

"benim hiç alışkanlığım yok galiba" dedi, durumdan şikayet edercesine.

"Neden hayıflanıyorsun ki, bundan güzel çok az şey vardır" dedim şikayetçi olmasına şaşırarak.

Çünkü ben alıştığım şeylerin bokunu çıkaran bir insanım. Alışkanlığın iyi ya da kötü olması bokunu çıkarmamda etken bir parametre olmasa da, istatistik tutsam kötü -en azından yararsız- alışkanlıklarımın daha fazla suyunu (kelimeyi yumuşatayım da tekrarladıkça kanalizasyon çukuruna dönmesin post) çıkardığım ortaya çıkacaktır muhtemelen. Belki iyi alışkanlıklarımın az olmasından, belki iyi alışkanlıkların suyunu çıkarmanın kötü alışkanlıklara nazaran daha uğraştırıcı olmasından. Sebebini bilemiyorum. Bu açıdan bakarsak kötü alışkanlıklar karpuz gibiyken iyi alışkanlıklar en fazla elma gibi. (içerdikleri su miktarlarını kullanarak metafor yaptım farkettiysen)

Sigara içiyorum mesela ve ne yazık ki insan gibi içemiyorum. Abarta abarta içiyorum. Burada alışkanlığı bağımlılıktan ayıran şey, fiziksel ihtiyaç hissetmeden içiyor olmam. Arabaya bindiğimde bir sigara yakarım mesela, bunun gibi. Çoğu zaman nikotinel (var mı böyle bir terim?) değil olay. Her sigaranın da tadını çıkarıyorum. Öyle ki "Bir fahişe gibi sigara içiyorsun" denmişti bana bir kez.

Kahveye hala alışkınım da, suyunu çıkardığım zamanlar normal insanın yatmadan önce süt içtiği gibi ben yatakta kahve içer öyle uyurdum.

Cola da öyle mesela, eve geldiğimde beni "Sana çok kötü bir haberimiz var" diye karşılayan insanlara " Cola mı bitmiş!" tepkisi verdiğim vakidir.

Bazen bilgisayar oyunlarına çok alışırım ve insan gibi değil, tüm boş vaktimde oynarım. Günün 16 saatini DDO ile geçirdiğim olmuştur yıllar önce.

İşyerime de alışkınım.

Bazı eşyalarıma çok alışkınım, eskimiş olsalar bile kullanmaya devam etmek istiyorum.

Şok'a gitmeye, kasa görevlisine hal hatır sormaya alışkınım. Güzel di mi? Şok'a gitmeyi kestiğimden beri "Kasa görevlisine de ayıp ettik" diye düşünmesem daha iyi. Şok'un önünden başka market poşetleriyle geçsem mahalle bakkalı önünden süpermarket poşetiyle geçen mahallelinin psikolojisini yaşayacağım neredeyse. (Kahraman bakkal süpermarkete karşı, değil mi F.Ş?)

İnsanlara çok alışabiliyorum ve suyunu çıkarmsanın en riskli yönü belki de burada ortaya çıkıyor.

Alışkanlık bağımlılıktan daha tehlikeli bile olabilir. Bağımlılıkta bağımlısı olduğunu düşman olarak görüyorsun daha ziyade. Alışkanlıkta ise bir nevi yoldaş. Sonuçta iyi ya da kötü alışkanlık sahibi olmamak güzel.

Mesela ben karizmatiğim. Alışkanlıklarım sayesinde değil, suyunu çıkardığım alışkanlıklarıma rağmen.




20110813

Mola Süremiz

Yirmi dakika mola versek ayrılığa, aylar sonra?

Hani otobüsler bile bir kez duruyor ya, hepi topu altı saatlik yolda.

Haziran 2011

Neyi Neyi


- Neyin peşindesin?
- Evet, ama çalamıyorum.
- Neyi?
- Neyi işte.

20110812

Oh, Beni Bulmuşlar

Geçen yıl şurda bahsettiğim üzere sigara paketleri üzerinde yer alan caydırıcı fotoğraflardan birinde yatak döşek yatan elemanı kendime çok benzetiyordum. Çevremdekilere gösterdiğimde onlar da benzetiyor ve genelde kızıyorlardı, "Benzetme kendini öyle kötü şeylere!" diye.

Neyse, bugün Sinem bir link gönderdi, ki o da şu. Bana biraz üfürük de gelse, haberde de okuyabileceğiniz gibi söz konusu arkadaş mağduriyetlerden mağduriyet beğenmiş. Karısı terk etmiş, işten atılmış/iş bulamamış, mahalleli ona kötü gözle bakmış falan.

Ulan, dedim; ben kitabım çıkmışcasına, ya da bir celebrity'e daha benzediğimi keşfetmişcesine millete "Bak! Bak! Bana benziyo!" diye o paketi gösterirken adam paket yüzünden neler yaşamış. Neyse ki çevremdekiler iyi insanlarmış da, "Lan bu hakikaten o galiba" diyip hor görmediler beni. Sevgilim terk etmedi, patronum işten çıkarmadı. Belki Rufus'un o asabi tavırlarının sebebi bu benzerliktir bak, onu bilemem.

20110811

Kelam



Hemen her gün yolumun işten eve dönerken zorunlu bekleme yaptığım trafik ışıklarından birinde su, kalem falan satan 3-4 çocukla karşılaşıyorum. İçlerinden görece daha büyük, muhtemelen 12-13 yaşlarında olan küçük bir kızın devamlı müşterisi oldum. Beni görünce diğer çocuklar yanıma yanaşmıyor, onun müşterisi olduğumu bildikleri için. Ben de o an ne satıyorsa alıyorum bir tane. Olay müşteri olmayı da geçti zaten, kanka olma yolunda ilerliyoruz sanırım. En son geçenlerde "Abi, geçenlerde kız arkadaşın var mı diye sormuştum, hala aynı mı durumlar?" diye sordu. "O zaman ne cevap vermiştim ki sana, hatırlamıyorum" dedim. (Yazar burda aşk hayatının hızlı olduğunu ima etmiyor. Bir ara kafasının karışık olduğunu ima ediyordur en fazla). O kadar anlatmışım kıza, her biri en fazla 60 saniye süren kırmızı ışık muhabbetlerimizde.

Sırf para istiyor olsa muhabbet etmem muhtemelen de, en azından bir şeyler satmaya çalışıyor. Bir şekilde emek harcıyor. Bu aralar mevsimin de etkisiyle sürekli su satıyor mesela. O yüzden arabamda muhtemelen 15 şişe falan küçük su; ben fren yaptıkça ileri, gaza bastıkça geri olmak üzere cumbul cumbul hareket ederek benimle geliyor her gittiğim yere. Geçenlerde lafı açıldığında Nazlı ve Onur'a demiştim hatta, "artık söyleyeceğim, selpak satsın" diye.

Bir süredir ilk kez bugün karşılaştık kendisiyle tekrar. Ve karşılaşır karşılaşmaz elinde kalem olduğunu (su olmadığını) görüp sevindim. O beni görmedi önce, düt yapıp çağırdım ama kısıtlı zaman vardı yeşilin yanmasına. Hemen elindeki 3-4 bir tanesini tutuşturdu elime. Yeşil olunca hoşuma da gitti. Alış veriş süresince yeşil ışık da yanmış, önümdekiler bir miktar hareketlenmişti. Arkadan gelen bir kaç korna eşliğinde ben de hareketlendim.

Yolun kalan kısmında gözüm kaleme takıldı bi ara. Kafası yoktu! Kafası dediğim şu basıp çıtçıtlattığın yer. Hadi neyse dedim, o kısmı zaten ben kaybedecektim kalemi kullanmaya başlasam. Bir sonraki ışıkta elime alıp baktım, yakana falan takmana yardımcı olacak zımbırtı da kırık! Sonra farkettim ki çıtlatma mekanizması da bozuk. Kalemin ucunu dışarı çıkarıp yazma gibi bir şansın da yok yani.

Bildiğin bozuldum, en güvendiğim sokak satıcım, bir nevi sırdaşım bana kazık attı diye.

Sokak satıcım beni de sattı resmen.



Olric

- Küçük şeylerle mutlu olabilmelisin Olric.
- Oluyorum efendimiz. Star'da Küçük Sırlar başladığında ben hep mutlu oluyorum... Bir de küçük kadınlar.

Daktığs

"Show Tv'nin her biri ikişer saat olmak üzere günde üç posta Doktorlar dizisini yayınladığını; standart bir insanın günde sekiz saat uyuyup on saatini de iş ve iş yolunda harcadığını varsayarsak aynı insanın Show tv açtığında (yemek ve çiş için harcanan zaman göz ardı edilirse) Doktorlar dizisine rastlama olasılığı %100'dür" önermesi her ne kadar hepten yanlış olsa da benim hoşuma gitti.

20110810

Doğru (mu?)

Aşk, iki insanın hayatının bir noktasında diğerininkiyle kesişmesi.

İki doğrunun bir noktada kesişmesi gibi.

Ve iki doğrunun yalnızca bir noktada kesişebileceği gibi, aşkta da iki insan yalnızca bir noktada, bir kez kesişebiliyor.

Kesişim noktasından sonra doğruların yolları ayrılınca; sonrasında ne kadar istesen de, uğraşsan da o iki doğru bir daha kesişemiyor düzlem üzerinde.

Aslında ironik bir biçimde. Çünkü hem düzlem, hem de doğrular -kabul edildiği üzere- sonsuz ve o sonsuzlukta (sonsuzluk diyorum bak) birinin diğeriyle kesişebileceği tek bir nokta var sadece.

İlla ki tekrar kesişilecekse de doğrulardan en az birinin biraz eğilip bükülmesi gerekiyor. O zaman da eğilen taraf doğru olmaktan çıkıp eğri oluyor. İkisinin bir araya geldiği yeni kesişim de eskisi gibi olmuyor, eğreti duruyor.

Bi kez kesişince, o tek noktayı, artık nasıl olacaksa o, elden geldiğince büyük tutmaya çalışmak en iyisi sanki.

Belki de biz insanlar o yüzden doğru, en azından dosdoğru, değiliz. İyi mi bu yoksa kötü mü, bilemedim.