20090930

Çalar Kedi

Biri Rufus'u saat 6:30'a kurmuş.

Bu sabahki 10 dakika gecikmeli olmak üzere üç gündür 6:30'da, beş dakikalık uykunun herşeye bedel olduğu saatlerde başlıyor miyklemeye. Sonrasında da susmuyor, kalkma zamanım olan sekize kadar.

Sabahları çalar saati hayatta duymayan ve bu sayede Nokia telefonların alarmlarının aslında sonsuza kadar çalmadığını, onların da bir süre sonra tamamen sustuğunu keşfeden bir insanım ben.

Sırf bu sebeple teoride çok sevdiğim, saati önce 6:30'a kurup, sonra 7:00, 7:20, 7:40 ve 8:00'e ertelemek suretiyle geliştirdiğim ve en verimli uyanma şekli olarak gördüğüm "Kademeli uyanma" metodunu uygulayamıyorum mesela.

Ancak ne yazık ki Rufus'un miyklemelerini duymamaya imkan yok. 6:30 da başlıyor olması açısından güzel aslında, ama ne yazık ki Rufus çalmaya başladığında onu 7:00, 7:20 gibi saatlere erteleme şansım yok.

Onu da denedim gerçi. Yatağa alınca susar gibi oluyor. Ama o zaman da yüzümün, boynumun üzerinde gezinmekten uyutmuyor zaten.

Yatağa gelince kıvrılıp uyusa da ayrı dert, minicik bedeninin ezilme tehlikesi var bu sefer de.

Bugün gece boyunca onu koşturup iyice yormayı, gece de ben uyumadan uyutmamayı planlıyorum. Bakalım biraz ileri alabilecek miyim çalar saati.

20090928

Tp

Soru: Dünya üzerinde cep telefonuyla en çok aranan insan kimdir?

Cevap: The person you have called.

Fıtık

Çeşitli milletlerden bilim adamları, boyun fıtığı ve çektirilen vesikalık fotoğraf sayısı arasındaki korelasyonu inceleseler boyun fıtığından şikayet eden insanların en az %78'inin ortalamadan daha fazla vesikalık fotoğraf çektirdiklerini görecekler. Kesin.

Fotoğrafçıların vesikalık çekerken milletin boynunu eğip bükmekten aldığı haz da mastercard reklamlarına konu olacak derecede priceless bence.

Cep telefonlarını şemsiye taşır gibi kaldırmak suretiyle kendi fotoğraflarını çekip bunları Facebook gibi platformlara yükleyen kızlarda boyun fıtığından şikayet oranı ise nerden baksan %87'dir.

Bu oran telefonu tutan kolun fotoğrafta görünen kısmının yüzölçümü arttıkça artar mı, azalır mı bilemedim.

Alkış

Çoğu insanın -kalabalık- bir topluluk tarafından alkışlandığı tek zaman evlenirken "evet" dediği andır sanırım.
Bi de belki kep törenleri falan, ama orda alkışlanan da kalabalık bir topluluk olduğundan saymıyorum onu.

20090926

Yetim

Bizim şirket cami avlusu gibi oldu. Yavrusunu istemeyen kedi gelip şirketin önüne bırakmaya başladı.

Geçen haftaki kedi vakasından sonra bugün bir yavru daha buldum şirketin önünde. Diğeriyle aşağı yukarı aynı boyutlarda. Kardeş olabileceklerini düşündüm.

Onu da eve götürmemek için zor duruyorum, ancak mevcut kedinin varlığına yeni yeni alışan Erman canıma okur muhtemelen.

Korkum kedilerin durumu alışkanlık haline getirmesi.

Şok

Artık kasiyer arkadaşlar beni görür görmez 2 paket Winston çıkardıklarına göre, Şok benim için güvenle alışveriş yapabileceğim bir market statüsüne yükseldi. Soft paket çıkardılar gerçi dün, ama olsun.

20090925

Çağın Hastalıkları 1

Uzun süren ve şiddetli beyin fırtınasının bir yan etkisi olarak:

Beyin tsunamisi.

Beyin sulanmasının ileri safhası bi nevi.



"Tsunami depremden sonra olur, eki" diye düşünenler olacaktır tabi.

Gelecek Yüzyılın İcatları 1

Düşünce tembelleri için: Kendinden fırtınalı beyin.

Aslında Chet Baker'in Bununla Hiçbir İlgisi Yoktu

Bryan Adams'ın Summer of 69'unu evde (ya da kendi seçimim sonucunda) dinlediğimde değil de radyoda karşıma çıktığında, bir yerde çaldığında falan dinlerken çok keyif alıyorum nedense. Diğer türlü çok da severek dinlemiyorum.

In rock da güzel çalardı bu şarkıyı.

Bir de arabada radyo dinlerken Eye of the Tiger çalarsa kendimi Beş Mürettebatlı Beyaz Şahin'in kaptan pilotu gibi hissediyorum, neden çözemedim. Şarkı fazlaca gaz ve malum film sebebiyle neredeyse her kesim tarafından biliniyor ya, ondandır belki de.

Mama

Ya kedi gömleğimin - hatta daha da kötüsü burnumun- üzerinde mama yedi, ya da akşam eve döndüğümde "oda kim bilir nasıl kokmuştur" düşüncesiyle içeri girmeye o kadar alıştım ki girdiğim her odada kedi maması kokusu alıyorum.

20090924

B12

Hasta olacağımı hissetmem gerekçesiyle işten iki saat kadar önce çıkıp küçük beye süttozu, mama kabı vs. bakınmak gerekçesiyle Carrefour'a uğradım.

Carrefour'a girdiğimde "Yine neyi bedava dağıtıyorlar acaba?" diye düşünürken bugün okulların açılmış olduğu gerçeği geldi aklıma. Zira her yerde defter, çanta gibi kırtasiye malzemeleri ve raftan rafa koşan çocuklar ile onların peşlerinden koşan anneleri gibi insanlarla dolup taşıyordu.

Hal böyle olunca kasada ne kadar bekleyeceğimin stresini yaşadım bir süre. Sonra yine express kasa yöntemini uygulamaya karar verdim. Çok bir şey almayacaktım zaten, beş parçayı geçirmemek zor olmazdı.

Ne zaman böyle düşünsem olur olmaz şeyler takılır gözüme kesin. "Aa bundan da lazımdı" diye düşünürüm, alasım gelir ama kasa kuyruğu kabusu yüzünden alamam.

Express kasa taktiğinin de bu stresi var işte. Bir de express kasalarda genelde "En fazla 5 parça" yazar, yanlış bence. 5 Kalem olmalı o, kasadan bir şişe colayı geçirmekle iki şişe colayı geçirmek arasındaki zaman farkı çok az zira. 10 şişe olursa onu bilemem tabi. Belki de "En fazla 5 kalem ve 10 parça" diye sınırlandırsalar en mantıklısı olur.

Zaten kedi kumu kabı ve diğer kedi evi yapı malzemelerinin çeşidi çok azmış Carrefour'da. Beğenmedim hiçbirini, almadım ben de.

Neyse, beş parçayı geçirmeden kasaya geçtim. Gerçi express kasada da sıra vardı, gözüme nakit kasa takıldı. Oraya gidip nakit ödedim.


Bu postu nereye bağlayacağımı unuttum şimdi. Kalıversin böyle.

Felis Domesticus

Geçen perşembeydi. 2 gün boyunc şirketin birinci katındaki odama kadar gelen kedi seslerinin kaynağıyla karşılaştım sabah işe gittiğimde. Şirkette bir arkadaş bulup sakladığı yerden bulup çıkarmış, bir kolinin içine koymuş.

Perşembe günü de mırlamalarını dinledim akşama kadar. Akşama doğru bi ara sesi kesildi, indim aşağı baktım. Mahallenin çocuklarının alıp götürdüğü istihbaratını edindim ve iz sürmeye başladım. Ki iz sürmek hiç de zor olmadı bizimkinde böyle cırtlak bir ses varken. Sesi takip ederek yaklaşık yüz metre ilerde bir bahçede buldum, aldım şirkete geldim tekrar.

İçim el vermedi, akşam eve götürdüm. Birlikte geçirdiğimiz ikinci gün de veterinere götürdüm bizimkini. Sağlığı yerindeymiş, tek dert beslemekmiş. Süt de içmiyordu bir türlü. Ama ıslak mamayı görünce de hiç tereddüt etmedi.

İki gece bakıp bayram tatili için Afyon'a gittiğimde onu da götürecektim, ananem bakardı ona ne de olsa. Götürdüm Afyon'a planladığım gibi.

Sonra geri getirdim. Hayatının yolculuğunu yaptı bizimki. Nerden baksan bin kilometre.

Şimdi yatağımda, minik bir kutunun içinde,eski bir kazağımın üzerinde uyuyor. Sanırım ben de bir kedi sahibiyim artık.


Adı da Rufus muhtemelen.

20090923

V3G

Tugay: Wireless'la kablonun olmadığı yerde internete nasıl giriyorsun?
Sir: Şişşt, şu apartmanda birinin şifresiz wireless'ı var onu sömürüyorum. Ama sinyal biraz zayıf, anca posta kutusunun üzerinde çekiyor.

Evet, Bayram

Bayram dönüşlerinin klasik haberleri arasında olan "Dönüş yolu çilesi" hiç ciddiye almadığım bir haber olmuştu yıllardır. Muhabirlerin gişelerde ruhunu teslim etmek üzere olan sürücülere tuttuğu mikrofonlara sürücülerin ettikleri lafları duydukça "Otursaydınız evinizde kardeşim" derdim içimden.

Ama haklıymış adamlar. Dün 14:30 gibi Afyon'dan çıkıp Kütahya'ya asker ziyaretine gittikten sonra 17:30 gibi de Kütahya'dan çıktık. Normal şartlarda İstanbul'a varmamız 3 saat falan alır. Hadi bilemedin 3.5.

Dün bizimki kaç saat aldı?

Sanırım 7 saat.

Kedi bile perişan oldu, feleği şaştı kutunun içinde saatlerce kalmaktan.

Eğer yolculuğumuzun son kısmında Tem'den çıkıp E5'e dalmasaydık ben de gişelerin oralarda mikrofonlu ve kameralı muhabir arayıp bulduğumda cırlayabilirdim.

Gayet basit bir hesapla, dün bizimle aynı anda 100.000 civarı aracın İstanbul'a girmek için debelendiği kanısına vardık. Ki bizden öncesi ve sonrası da var. Yumurtalığa hücum eden spermler gibiydi halimiz.

Neyse ki gişeler seçici geçirgen değildi, ilk araç içeri girdikten sonra duvarlarını sertleştirip kapatmaycaktı geçişi de tüm araçlar içeri girebilecekti er ya da geç. İçeri girip rahime düşecektik ve orda kalacaktık; İstanbul bıkkınlığımız bir dahaki bayram tatiline kadar olgunlaşana, tatil geldiğinde İstanbul tatilcileri tekrar doğurup yollara dökene dek.

Gerçi spermler bizim yaşadığımız trafiği yaşasa insan soyu tükenirdi muhtemelen.

Bir de şunu anladım ki,

spermin halinden tatil dönüşü trafikte kalan şoför anlar.


Gişelerde isyan eden sürücüler haklı diyorum da, çoğu haklı falan değil aslında. Hadi biz ailemizi ziyarete gittik, bayramdan başka fırsatımız olmadığı için. Ama dört güncük bayramda tatile gidenler hiç konuşmamalı bence.


Bir de gayet kapitalist bir yaklaşım olacak ama bayramda otoyollar ücretsiz olmasın. Hatta normalin iki-üç katı olsun geçiş ücretleri. En azındam Tem biraz boşalsın, daha rahat gidip gelelim.

20090916

Gel Beraber

Hayatım boyunca yalnızca 3 berber kesti saçımı.

İlki dedemin berberiydi, kendimi hatırladığım zamanlardan 9 yaşıma kadar falan o kesti saçımı.

Sonra babamın berberine terfi ettim. Daha üst sınıf bir berberdi, yaşadığımız küçük şehrin sosyete berberi.
Üniversite için Ankara'ya gittiğimde bir berber bulmadım. Şehrim yakındı zaten Ankara'ya, ailemin yanına gelip gittikçe berberimde tıraş oluyordum. Sonra saçlarımı kendim kesip kesmekten çok bezdiğim zamanlar nadire gitmeye başladım o berbere de.

9 yıl kadar Ankara'da yaşadım, askerliği saymazsam Ankara'da kimse kesmedi saçımı.

Üçüncüsü de askerdeki berberim işte. Subay berberiydi, bir kaç kez gizlice (benden değil tabi, başkalarından) subayların berber salonunda kesmişti saçımı.

6-7 yıldır saçımı hep kendim kesiyor, denk gelirse şehrimdeki berberime uğruyorum.

Böyle de marka bağlılığı sahibi bir insanım.

Sen Hiç Mavi Elma Gördün Mü?

Şu gazetelerin kuponla verdiği elektronik sudoku, elektronik sözlük, vb. reklamları ne kadar sinir bozucu.

- Otobüste canın sıkılmasın, çıkar cebinden sudoku oyna. Hem de binlerce bulmaca.
- Alzheimer misin? çöz şurdan iki sudoku bişeyciğin kalmaz
- Gerzeklere müjde. Sudoku zihin açıyor. Çöz bi ihtimal açılırsın.
- Tatilde, yurtdışında, iş toplantısında yabancı dil bilmiyorum diye büzülme. Çıkar cebinden sözlüğünü, at havanı. Hem de kredi katı boyutlarında. Katlanabilir.

Bu cümleleri 15 yıl önce duysam sevinebilirdim. Yalnız şimdi hangi devirde yaşıyoruz kardeş?
Hızlı tren bile geldi ülkeye,sen ne elektronik sudokusundan bahsediyorsun.

Milletin cebinde telefon var artık. Sudokuyu bırak adam cep telefonundan Pes 9 falan oynuyor. 3 Boyutlu, renkli, janjanlı.

Elektronik sözlüğe ne hacet, geçen yıl "Da" dışında tek kelime Rusça bilmeyen bir arkadaşım ve tek kelime İngilizce ya da Türkçe bilmeyen bir Rus; arkadaşın cep telefonundan wap aracılığıyla internete bağlanarak bulduğu Rusça sözlük -ve tabii ki body language- yardımıyla giderdiler iletişim ihtiyaçlarını ki o zaman 3G bile yoktu.

Ha sözlüğe ne kadar gerek vardı, o da tartışılır.

20090915

Camdan Yansıyor

Yalnız kalmaktan da zevk alan, hatta yalnız geçirilen zamanların da bir ihtiyaç olduğunu düşünüp haftanın bir kaç saatini yalnız geçiremeyince sinirleri tepesine çıkan biri olarak yalnız yaparken kendimi buruk hissettiğim iki eylem var sanırım.

İlki dışarda yemek yemek. On dakika sürecek olsa bile dört kişilik bir masada oturup yemek yemek hoşuma gitmez hiç.

İkincisi de sinemaya gitmek. Yalnız sinemaya gitmek bir çok insanın sevdiği bir şey olsa da, bana kendimi yalnız hissettirir nedense. Film izlerken sadece bir kaç kelime konuşurum, o da yanımdaki bir yorum yaparsa ona cevap vermek için. Ama yine de yanımda biri olsun isterim.

Düşününce ikisi de toplum içinde yapılan, ve aynı ortamdaki insanların çoğunun yanlarında birileriyle yaptığı aktiviteler. Belki de o yüzden böyle hissettiriyor bana, manasızca.

20090910

T3G

Turkcell'in -muhtemelen evde kalmış- üç kızın merak merak diye inim inim inlediği reklamının beni nasıl rahatsı ettiğinden şurda bahsetmiştim zaten.

Tam o reklamın etkileri geçti, reklam daha seyrek yayınlanmaya başladı, o üç kızdan iki tanesinin kardeş olduğunu öğrenmemizi sağlayan başka bir 3G reklamı çıktı.

Bi kere ben emin olamadım, o reklamın başında abla kardeş tartışıyor sanırım. Eğer tartışıyorlarsa ne kadar da elit tartışıyorlar, tebrik ederim ikisini de. Kardeşim olsa hayatta öyle tartışamazdım muhtemelen.

Neyse, o reklamın etkisi kısa süreli oldu zaten.

Şimdi de Avrupa Basketbol Şampiyonası var ya, her molada Hido'lu 3G reklamına maruz kalıyoruz.

Hido - salon görevlisi Nuri (30 saniyelik reklamda 10 kez duyunca Nuri'nin ismini ezberlememek imkansız) ikilisinin üstün çabalarıyla hem basketboldan, hem 3G'den, hem de "gomikli fotolardan" soğudum resmen.



Cidden merak ediyorum, TV reklamlarıyla ilgilenen arkadaşları nasıl barındırdıklarına şaştığım Avea bile 3G için başarılı reklamlar hazırlamışken Turkcell kendi kendine sorduğu "acaba ne kadar bayabiliriz?" sorusunun cevabını mı bulmaya çalışıyor?

Cevap veriyorum: Yeterince bayabiliyorsun Turkcell.

20090909

Yüksek

4 yıl okumaya doyamamış olacağım ki üniversiteden mezun olduktan sonra bir de yüksek lisans yapmaya karar vermiş, yaşamı boyunca pek de idealist tavırlar sergilememiş bir insan olduğum halde yüksek mühendis olmayı kendime ideal edinmiştim.

Bitirdiğim bölümde, ancak farklı bir üniversitede yüksek lisansa başladım.

İlk dönem bölümde dolanırken odaların birinin kapısında bir isim dikkatimi çekti. Profesördü sanırım kendisi, ve bölüm hocası olduğuna göre muhtemelen benim dersime de girecekti.

Eminim çok değerli bir bilim adamıdır, ancak yüksek lisansı bıraktıktan sonra yaşayabileceğim bir vicdan azabı vakasını savuşturmak için kullanacağım en büyük silah da onun ismi olmuştu o zamanlar.

Kendisiyle tanışmayı bırak, yüzünü bile görmedim. Gördüysem de farkında değilim en azından. Ama ismi bile yetiyordu üniversitedeki en stresli anlarımı gözümün önüne getirmeye.

Ünvanından emin değilim ama ismi şuydu:

Yılmaz Yıldırır.


Kapıda bu ismi gördükten sonra bi an düşündüm. Hevesim kaçtı.

Dönem sonunda da bıraktım yüksek lisansı.

20090908

Hey, Wait

Hepi topu işe gidip gelirken trafikte geçirdiğim 40-45 dakika boyunca dinlediğim Radyo Eksen'de son on gündür falan sürekli Nirvana şarkılarına rastlamam Kurt Cobain'in dirildiği düşüncesini doğuruyor bende.




Depresyon hırkası fotoğrafı çekmemişim hiç. Bari çocukluğunuza dönün.

20090907

Bir Dahaki Sefere

Geçmişi düşündüğümde öyle hatırlamaya değecek kadar büyük bir pot yok kırdığım. Oturduğu yerden çamlar deviren bir insan değilim.


Lakin;

İki yıl kadar önceydi. Pek ortak noktamızın olmadığı, iş yaşantısı içinde tanıştığım bir arkadaşımın düğününe davetliydim. Düğün sahibiyle samimiyet derecesi benim gibi olan 4-5 arkadaş gittik düğüne. Haliyle iki tarafın aile büyükleri kapıda misafirleri karşılıyordu. Arkadaşın annesi ve babasıyla tanıştık, içeri girip arkadaşı bulduk, takıları taktık, çok kısa bir süre oturup kalktık düğünden. Toplamda yarım saati geçmemiştir düğünde geçirdiğimiz süre, zira biz çıkarken arkadaşımın ailesi hala gelmekte olan misafirleri karşılıyordu kapıda.

Arkadaşın babası düğünden çıktığımızı görünce "Daha yeni geldiniz, biraz oturup öyle gitseydiniz" dedi.

Sonrasında şu cümle ağzımdan neredeyse çıkıyordu, eğer dilimin ucuyla yakalayamasaydım.

"Bir dahaki sefere daha uzun kalırız inşallah"


Kendime grubun sözcüsü misyonunu yükleyip arkadaşın babasına gayet kibar bir şekilde teşekkür ettikten sonra dilimin ucuna kadar gelen o cümleyi söylemiş olsaydım eğer, hayatımın -bundan sonrakiler de dahil olmak üzere- en büyük gafını yapmış olurdum muhtemelen.

Düşünüyorum da, adam anlar mıydı acaba nasıl bir laf ettiğimi. Yoksa o telaşede beni zaten yarım yamalak dinliyorken dikkatinden kaçar mıydı bu cümle.

Anlasa bir anda düşer miydi gülümseyen yüzü, yoksa şaşkınlığımı farkedip daha fazla mı gülümserdi.

Sırf şunları merakımdan bazen içimden geçiyor, o potu kırsaydım keşke.