20091031

Tıp Okumak Zor Zanaat

Şu Kavak Yelleri dizisindeki aslı şunca aksiyona rağmen tıp fakültesini bitirebilirse dizinin -zaten tartışılmaya müsait- kalitesi hiç kalmayacak vallahi gözümde.

Zaten ayda bir falan rastlıyorum diziye. Rastladığım her bölümde ya Aslı yurttan atılıyor, ya sınıfta kalıp hocayla konuşmaya gidiyor, ya da trafik kazası falan geçiriyor. Bu bölümde de arkadaşı vurulmuş.

Bu kafayla bölüm birincisi olarak mezun ederler senaristler bu kızı. Sonra da Tus'a ilk girişinde beyin cerrahi falan kazanır.

Sonra da iyice miker beynimizi.

Bir takım Elbiseler

Bugün deli gibi yağmur yağıyor İstanbul'da. Merak etmeyin, sözü MFÖ'nün malum şarkısına getirmeyeceğim. Kendi şarkılarıma getireceğim çünkü albümüm Ocak 2010'da müzik marketlerin raflarında yerini alacak.

Yok tabi öyle bir şey, ben şarkı söyleyemem pek. Sesim Chris Cornell'inki kadar güzel değil çünkü. Aksanım da Brian Molko'nunki gibi değil. E brutal vokal falan zaten sevmem. Hem yapamam da. İlla şarkı söylemem gerekse 23 Nisan müsameresinde sahneye çıkıp ellerini arkada birleştirerek sallana sallana şarkı söyleyen/şiir okuyan çocuklar gibi dümdüz söylerim, o da bana yakışmaz.

Neyse işte. Yağmur baya iyi yağıyor. Uzun zamandır bu kadar uzun ve şiddetli yağan yağmur görmemiştim herhalde. Muson yağmurlari gibi resmen. Ama değil tabi. Buson yağmuruna da benziyor, ama o da değil. Daha çok yağmur yağar çünkü bundan sonra. Şaka maka öyle bir yağmur çeşidi de olsa keşke, böyle mayıstan çıkıp hazirana girerken falan yağan. "Buson yağmurları başladı; bunlar da bitince Ağustos sonuna kadar yağmur yağmaz artık" desek.

Az önce mutfaktan kahve alırken camdan gördüm. İş görüşmesi için gelen biri şirkete doğru yürüyordu. Bu yağmurda sıpa gibi ıslanmış. Yazık adama. iş görüşmeleri zaten çoğu insan için hafif stresli bir olayken bir de ilk kez tanışacağın ve işe alınıp alınmayacağına karar verecek insanın karşısına üzerinde -resmiyet, ciddiyet olsun diye giydiğin- takım elbise ve saçlarından alnına, burnunun ucundan çenene süzülen yağmur damlaları eşliğinde çıkmak hoş olmasa gerek. Öyle görünmenin hoş olduğunu düşünen insanları görüyoruz zaten, duşun altına girip Gülben Ergen şarkısı söylüyorlar.

Tabi ki insanlık hali, yağmur yağıyorsa bunun getirileri/götürüleri arasında akla gelen ilk seçenek de ıslanmak haliyle.

İş görüşmelerinde resmiyet namına takım elbise giyme geleneği de hepten sakat bence. Tamam, evde giydiğin dizleri çıkmış, yakası esnemiş ve elinde sigarayla uyuyakaldığın için göbek hizası bir daire şeklinde sararmış pijama üstüne geçirdiğin yağmurlukla gel demiyorum. Şık ol, bakımlı ol da bu takım elbise işi şart değil ki. Sadece iş görüşmesi için değil, genel olarak böyle düşünüyorum.

Bu düşüncemi söylediğim insanların çoğu da "İlk izlenim mik mik" diye cevap veriyor hemen.

Tamam, ilk izlenim önemli tabi. Ama mesela bir insan beni ilk kez gördüğünde üzerimde takım elbise varsa hakkımdaki ilk izlenimi "Bebe" oluyordur muhtemelen. Konuştukça falan bebe izlenimini siliyorum gerçi ama e nerde kaldı o zaman ilk izlenimin önemi?

Takım elbiseyi hayatta yakıştıramıyorum kendime. Millet daha olgun görünür, ben daha küçük görünüyorum sanki takım giyince. Bir de takım giyiyorsan sinekkaydı tıraş olman bekleniyor ya, o zaman iyice gençleşiveriyorum. İşle ilgili konular dışında (düğündür, nişandır) takım giymem gerekiyorsa tıraş olmuyorum zaten. Oluyorum da, kirli sakallı kalıyorum. O zaman da "oha oğlum, insan bi tıraş olur" laflarını işitiyorum sağdan soldan. E napayım? Traş olup da damadın lisede okuyan kuzeni gibi mi görüneyim?

Bir de yok ütüsü bozulmasın, yok paçaları çamur olmasın.. geriliyorum gerçekten.

Neyse işte. Takım elbise kötü bir şey. Yağmurda giyilmiş takım elbise daha kötü.

20091027

Esra Açılımı

Şimdi Atv Ana Haber'de izliyorum. Esra Erol, hani şu seçbeğenal evlilik programı furyasının miladı kadın, Atv'ye transfer olmuş onu anlatıyor.

Programı tanımlarken -illa ki türevlerinden bir farkı olduğunu belirtecek ya- "çok farklı açılımlar göreceksiniz" gibi bir cümle kurdu.


Evlilik programlarında bile açılım göreceğiz ya artık, sırtımız yere gelmez.

Gazete'ye Kenny'nin Cenaze İlanını Vermek

Baya Eski Bu. Yıl 2004

yayınlandığı saatlerde nerdeyse hayatın durmasına sebep olan, kahvelerde çay bahçelerinde evlerde izlenen ve yayınlandığı güne yavaş yavaş yayılan kurtlar vadisi dizisinin baş kahramanı süleyman çakir ın ölümünden sonra gazetelere verilen taziye ve başsağliği ilanlarindan sonra insanlari gülmekten yaran south park adli animenin hayrani bir gencimizin "ulan çakir bi kere oldu, kenny nerdeyse her bölümde ölüyor. ne eksigi var adamin" tarzi bir dusunceyle gazeteye verebilecegi ilan. muhtemel ilan aşagidaki gibi olabilirdi:

south park in vazgecilmez karakterlerinden, mr garrison un sevgili ogrencisi, cartman , stan ve kyle nin sevgili arkadaslari kenny dun aksamki bolumde poposuna roket girmesi suretiyle yine hakkin rahmetine kavusmustur.

kendisine allahtan rahmet, sevenlerine bas sagligi diliyoruz.

ayrica neredeyse her bolumde farkli sekillerde ve milyon eziyetle kenny i olduren south park yapimcilarini da kiniyor, kendilerine "screw u guys, i'm goin' home!!!" diyoruz.

turkiye deki sevenleri adina:

alican mavican.

20091022

Arama Kurtarma Köpeği

Buraya gazetede okuduğum haberleri, forward maillerden öğrenip doğru olduğunu sandığım ilginç bilgileri vs. yazmayı sevmiyorum. Yalnız şu haberi okuyunca dayanamadım. Hepsi linkte, ilgili kısım aşağıda:

"Polisin ve sağlık ekiplerinin bölgede arama yaptığını duyan bir vatandaş köpeğini alarak polislerin yanına geldi. Köpeğin de katıldığı tüm arama çalışmaları rağmen kopan cinsel organ bulunamadı. Ekip otosuyla karakola götürülen zanlı Hulusi A. 'nın ağzındaki ve elbisesindeki kan izleri ise olayın boyutlarını gözler önüne serdi. Hulisi A. polis otosuyla karakola götürülürken kaçan İlyas K. da saklandığı evinde gözaltına alındı."

O organın bulunacağı varsa da bulunmazdı zaten.

Köpek bulsa, "heh buldum" diye sahibine mi götürür?



Kedi - Köpek familyasının "ıslak mama" sevgisi hepimizin malumu.





Kaynak

20091020

HQ

Facebookta ondan bundan forwardlanan videoların falanfişman(HQ) formatındaki isimlerini her gördüğümde o HQ'yu AQ diye okumam benim fesatlığımdan öte bişey olamaz bence.

20091019

Fear







Amanda

Amanda iyi ki Türk ismi değil.

Hem Türkçesi hem mizah yeteneği kıt insanlar tarafından defalarca dile getirilecek
"Amanda aman kim gelmiş eki eki" geyiklerini duya duya hayata küserdi kızcağız.

20091018

Fransız Kalmak

İlgili makamlardan gelen resmi davet üzerine Fransa'da süregelen Türk Mevsimi kapsamında çeşitli temaslarda bulunmak için Fransa'ya gittim geçen hafta.

Yok tabi öyle bir şey, iş için gittim. Protokol falan da karşılamadı haliyle. Önce shuttle, sonra da metro yaptım hava alanından paşa paşa.

Neyse, valizimi son gece ite kaka hazırladığımdan ve hazırlıklarım sırasında Fransa'daki hava için "Lan İstanbul'a kıyasla ne kadar soğuk olabilir ki?" diye düşündüğümden fazla kalın şeyler almamıştım yanıma. Biraz üşüdüm gayrı resmi temaslarım sırasında.

Herkesin bildiği gibi Paris'in deli gibi bir metro ağı var. Bizim Ankara'da olduğu gibi Kızılay'da Ankaray ve metroyu kesiştirmeyi marifet bilmemiş adamlar. Şehirde metroyla ulaşılamayan yer yoktur diye tahmin ediyorum. Kaldığımız otelden işim gereği gittiğim fuar alanına üç hat değiştirerek gidiyordum. Trafik derdi falan yok, ama insan 45 dakika yolculuk ederken arada bir de yeryüzü görmek istiyor. Orda hayat hep yer altında gibi sanki.

İddia ediyorum, Paris'te yaşayan insanların %47'si kendini köstebek sanıyordur.

Nerdeyse her metro vagonunda şarkı söyleyen, ya da bir müzik aleti çalan birine rastlanıyor, yolculuk bir nebze keyifli geçiyor.

Zenci insanların oranına şaştım kaldım, zencilerin bu kadar fazla olduğunu hiç bilmiyordum. Beyaz insandan çok siyahlar çarpıyor gözünüze.

Gezmeye pek vaktim olmadı. İşte bi kırmızı beyaz halini göreyim diye Eyfel Kulesi'ne gittim. Hayal kırıklığı oldu biraz, önceki cuma bitmiş kırmızı beyaz aydınlatma. Olsun, sarı haliyle de fana görünmüyor. Kulenin tepesinden şehri izlemek de gayet keyifli. Nitekim nasıl bir milletsek, her yerde birbirimizi bulabiliyoruz. Kulenin tepesinde bile biri gelip "Kaleminiz var mı?" diye sordu. Evet Türkçe. Konuşmalarımızı duymuş, kendisi de Türkmüş falan. Bi de işte şu postta bahsi geçen pozu verebilir miyim ki diye bakındım, tahmin ettiğim gibi öyle bir imkan bulamadım.

Ayrıca amaç soğukla mücadele etmekse, Everest Tepesi'ne çıkana kadar Eyfel Kulesi'ne çıkmak daha mantıklı bence. Öyle bi rüzgar esiyor ki, kalın kıyafet götürmememin de etkisiyle resmen dondum.

O değil de hiç aramamış olmamamıza rağmen 4 günde 7-8 Türkle karşılaştım orda. Gittiğimiz İtalyan restoranında restorana bok atarken adamların Türk olduğunu farketmek üzücüydü biraz. Bi de Almanya'da gittiğim İtalyan restoranını da Türkler işletiyordu, artık İtalya'da gittiğim restoranın da Türkler tarafından işletildiğine dair derin şüphelerim var.

Müze, vb. gibi gezilecek onca yeri gezme fırsatım olmadı ne yazık ki. Bi de işte şanzelizeye -Fransızcasını yazmak çok zor bence- gidebildik, orayı da gördük.

"Fransızlar İngilizce anlar ama konuşmaz" efsanesinin gerçek olduğunu da girdiğim yerin kaçta kapandığını sorduğum -dingil- görevlinin üç kez üst üste Fransızca cevap vermesi üzerine ispatladım kendi adıma, o açıdan da mutluyum.

Aşağıdaki de hatıra fotoğrafı


Lemon Parade

And you got to take a little dirt

to keep what you love

20091012

Yor

Gazetelerde bir zamanlar fazlasıyla rastladığımız köşeyazarlarının/çizerlerinin köşelerini "yazıyorum, çiziyorum, konuşuyorum" şeklinde isimlendirmeleri kadar orjinallikten yoksun birşey de rock festivallerine barışa rock, konuşa rock şeklinde isimler verilmesidir sanırım.

Neyse ki söz konusu kelimeyi Okan Bayülgen'in yaptığı gibi "rok" şeklinde telaffuz eden insan sayısı az da, isimlendirme bir şekilde amacına ulaşıyor en azından.

20091011

Muslukçu

Bu tespiti neden bu kadar geç yaptığıma ben de şaşırdım. Gerçi muhtemelen benden önce milyonlarca insan yapmıştır, ama onlardan nasıl haberim olmadı ona da ayrı şaşırdım.

Sanırım dünya üzerinde çatalı görünmemiş tek tesisatçı bizim Mario. Süper olan. Bi de luigi olabilir tabi.

20091009

Kepek

Mehmet Günsur'un iş yaşamında oyunculuğu; özel yaşamındaysa yemek yapmayı, paraşütle atlamayı ve davul çalmayı seçtiğini; Kıvanç Tatlıtuğ'unsa iş yaşamında oyunculuğu mu artık neyi seçtiyse; özel yaşamındaysa basketbol oynamayı seçtiğini ilan ettiği Head & Shoulders reklam serisinde ben de oynamış olsam "İş yaşamımda mühendisliği, özel yaşamımdaysa miskin miskin oturmayı tercih ettim" der; reklamda saçlarının güzelliği belli olsun diye hoplayıp zıplayan diğer iki yıldızın aksine kafamı yavaşça sağa sola çevirip boynumu kütletirdim.

Şu kısacık saçlarımla yapabileceğim en uygun eylem bu zira.



Cümleyi biryerlerinden bölmeye çalıştım ama beceremedim.

20091006

Kelebek

Kelebeğin ömrünün bir gün olduğu tabusuyla büyümemizi sağlayarak Erman'ın banyoda 3 gün boyunca gördüğü aynı kelebeği farklı kelebekler sanarak "Kelebekler banyomuza yuva yaptı" paranoyasına sürüklenmesine sebep olan eğitim sistemizi ve medyamızı kınıyorum.

20091005

Rufus





































Fotoğrafları Birce çekip editledi, teşekkür ederiz.

20091002

Global İfşa

İnsanların o an düşündüğü/yaptığı şeyleri çevresindeki insanlarla paylaşması giderek daha kolay hale geliyor ki bu da tahmin edebileceğiniz üzere internet vasıtasıyla gerçekleşiyor.

Facebook çıktı önce, bağrımıza bastık.

Orda anlık şeyler biraz daha geri planda kaldığı için twitter çıktı sonra.

Sonra kimin farklı birçok sitede kendini nasıl ifşa ettiğini takip etmek kolay olsun diye friendfeed falan çıktı. Bu arada ben friendfeed'i ayıp bi site sandım uzun bir süre boyunca. Hani ihtiyacınız olan bir programın deneme sürümünü indirmek için falan girdiğiniz bazı sitelerde önünüze pat diye a.d-u.l-t friend finder tarzı sitelerin reklamları çıkar ya. Onun gibi bir site sanırdım friendfeed'i de. Neden uzun bi süre böyle bir gaflet içindeydim, hiç fikrim yok. Gerçi hala açıp bakmışlığım yoktur friendfeed'e.

Siteleri geçtim, artı Msn de olay içinde kendine daha güzel bir yer edinme çabasında. Msn beni mecbur bırakınca son sürümünü indirdim geçen hafta mı ne. Baktım artık Msn de kendini ifşa etmek için kişisel iletinin yeterli olmadığına kanaat getirerek yeni aparatlar eklemiş bu konuyla ilgili. Kim ne zaman yeni profil resmi ekledi, kim ne zaman kiminle arkadaş oldu falan.

Tamam, bu tip sitelerin hemen hepsinde gizliliğe yönelik ayarlar yeterli seviyede. Kime neyi göstermek istediğine, kimin nesini görmeyi istediğine göre düzenleyebiliyor insanlar bu ayarları.

Karşı değilim böyle şeylere. Hatta "facebook'um yok" diyen insanların çoğunun facebook hesabına sahip olmamanın bir meziyet olduğuna inanarak bununla prim yapmaya çalışan insanlar olduğunu düşünürüm. İstisnaları illa ki vardır.

Ama mesela blog kimi insan için kendini ifade etme, kimisi için de şimdiki zamandan geleceğe bir şeyler saklama misyonunu yüklenirken twitter tipi siteler -istisnaları hariç tutarsak- insanlar için daha çok caka satma, ilgiye olan ihtiyacını dolaylı yoldan belirtme aparatları gibi benim gözümde.

Karşı olmasam da, insanların kendilerini her an ifşa edebiliyor olması sıkıcı olmaya başladı biraz.

Yakında öyle bir hal alacak ki bu iş, Msn'de arkadaşınıza sorduğunuz "Napıyorsun?" sorusuna cevaben gelen "Çorba yapıyorum" cümlesinin ardından bir de Msn tarafından otomatik olarak yazılmış (Yalan, o daha iki yumurta kırmayı beceremez) mesajı gelecek.


Asıl korkum odur benim.

20091001

Düt... Düdüt

Taksici genlerine sahip olmadığımdan araba kullanırken çok nadirdir korna çaldığım.

Yolumun üzerinde olan ancak beni farketmeyen yaya, kedi, köpek falan olduğunda korna çalmak yerine kendi kendime "Düüt" demeyi tercih ederim.

Gariptir ki çoğu zaman da işe yarar bu yöntem, söz konusu canlı beni farkedip yolumdan çekilir.

Düdüt dediğimi benden başkası duymadığına göre, demek düdüt demesem de beni farkedip kenara çekilecek yaya ya da hayvan.

O zaman korna çalmak çoğu zaman çok gereksiz. Düdüt demek bile gereksiz.

Pes

Kocasının/sevgilisinin arkadaşlarıyla eve kapanıp saatlerce playstation'da pes oynamasından muzdarip kadınlar için geliyor.

Pespembe hayaller vardı
Pembesi gitti pes'i kaldı.

Komidin

Yaptığım mizah üzerinden para kazanıyor olsam, daha doğrusu mizah yapıyor ve bunun üzerinden para kazanıyor olsam bana komedyen diye hitap edilmesinden çok rahatsız olurdum sanırım.

Komedyen yolda görebileceğiniz bir insanın davranışlarını abartıp, repliklerine de "günlük hayatta var bu" savunmasının arkasına sığınarak fazlaca argo karıştırıp işin kolayına kaçarak güldüren insan gibidir benim gözümde.

Mizah daha zekice yapılandır. Argo da olur, ama tek olan o değildir. Sizi dinleyen herkesin anıra anıra gülmesi değil, anlattığınızı anlama kapasitesi olmayanların anlamış gibi yapay yapay gülmeleri; anlayabilenlerinse gözlerinde bi ışıkla gülmeleridir. Anırarak da gülebilirler tabi. Ama anırsalar bile o ışık vardır gözlerinde.

Komedyen saray soytarısıysa, mizah yapan sivri dili yüzünden sarayın zindanlarında kafası kesilendir.

Of, yazarken "Gözlerinde bir ışıkla anırmak" kalıbını düşündüm de, güldüm kendi kendime.