20091018

Fransız Kalmak

İlgili makamlardan gelen resmi davet üzerine Fransa'da süregelen Türk Mevsimi kapsamında çeşitli temaslarda bulunmak için Fransa'ya gittim geçen hafta.

Yok tabi öyle bir şey, iş için gittim. Protokol falan da karşılamadı haliyle. Önce shuttle, sonra da metro yaptım hava alanından paşa paşa.

Neyse, valizimi son gece ite kaka hazırladığımdan ve hazırlıklarım sırasında Fransa'daki hava için "Lan İstanbul'a kıyasla ne kadar soğuk olabilir ki?" diye düşündüğümden fazla kalın şeyler almamıştım yanıma. Biraz üşüdüm gayrı resmi temaslarım sırasında.

Herkesin bildiği gibi Paris'in deli gibi bir metro ağı var. Bizim Ankara'da olduğu gibi Kızılay'da Ankaray ve metroyu kesiştirmeyi marifet bilmemiş adamlar. Şehirde metroyla ulaşılamayan yer yoktur diye tahmin ediyorum. Kaldığımız otelden işim gereği gittiğim fuar alanına üç hat değiştirerek gidiyordum. Trafik derdi falan yok, ama insan 45 dakika yolculuk ederken arada bir de yeryüzü görmek istiyor. Orda hayat hep yer altında gibi sanki.

İddia ediyorum, Paris'te yaşayan insanların %47'si kendini köstebek sanıyordur.

Nerdeyse her metro vagonunda şarkı söyleyen, ya da bir müzik aleti çalan birine rastlanıyor, yolculuk bir nebze keyifli geçiyor.

Zenci insanların oranına şaştım kaldım, zencilerin bu kadar fazla olduğunu hiç bilmiyordum. Beyaz insandan çok siyahlar çarpıyor gözünüze.

Gezmeye pek vaktim olmadı. İşte bi kırmızı beyaz halini göreyim diye Eyfel Kulesi'ne gittim. Hayal kırıklığı oldu biraz, önceki cuma bitmiş kırmızı beyaz aydınlatma. Olsun, sarı haliyle de fana görünmüyor. Kulenin tepesinden şehri izlemek de gayet keyifli. Nitekim nasıl bir milletsek, her yerde birbirimizi bulabiliyoruz. Kulenin tepesinde bile biri gelip "Kaleminiz var mı?" diye sordu. Evet Türkçe. Konuşmalarımızı duymuş, kendisi de Türkmüş falan. Bi de işte şu postta bahsi geçen pozu verebilir miyim ki diye bakındım, tahmin ettiğim gibi öyle bir imkan bulamadım.

Ayrıca amaç soğukla mücadele etmekse, Everest Tepesi'ne çıkana kadar Eyfel Kulesi'ne çıkmak daha mantıklı bence. Öyle bi rüzgar esiyor ki, kalın kıyafet götürmememin de etkisiyle resmen dondum.

O değil de hiç aramamış olmamamıza rağmen 4 günde 7-8 Türkle karşılaştım orda. Gittiğimiz İtalyan restoranında restorana bok atarken adamların Türk olduğunu farketmek üzücüydü biraz. Bi de Almanya'da gittiğim İtalyan restoranını da Türkler işletiyordu, artık İtalya'da gittiğim restoranın da Türkler tarafından işletildiğine dair derin şüphelerim var.

Müze, vb. gibi gezilecek onca yeri gezme fırsatım olmadı ne yazık ki. Bi de işte şanzelizeye -Fransızcasını yazmak çok zor bence- gidebildik, orayı da gördük.

"Fransızlar İngilizce anlar ama konuşmaz" efsanesinin gerçek olduğunu da girdiğim yerin kaçta kapandığını sorduğum -dingil- görevlinin üç kez üst üste Fransızca cevap vermesi üzerine ispatladım kendi adıma, o açıdan da mutluyum.

Aşağıdaki de hatıra fotoğrafı


Hiç yorum yok: