20120530

Yandım Anam

Twitter'la ilgili bir ikilem yaşıyorum. Şöyle ki, o platform derdimi -tek seferde- anlatmaya çalışırken beni 140 karakterle sınırlandırdığı için cümleye başladığımda paragraf sonuna kadar durmamaktan hoşlanan zihnimin daha çok çalışmasını sağlaması, kelime dağarcığımı eşeleyip uzun kelimelerin kısa muadillerini bulmaya zorlaması; derdimi kapıya çıkacak daha kısa cümlelerle anlatmaya yönlendirmesiyle benim için faydalı mı, yoksa 140 karaktere sığışacağım derken bazen içimi daraltıyor oluşuyla zararlı ( en azından yararsız) mı, karar veremiyorum.

Bir ihtimal daha var tabi. Birinin çıkıp da "Fazla anlam yüklemişsin, deftere yazsan ne değişecek" demesi.

Aha, Twitter'a hırsımı buradan çıkardım.

Eh



Elim sende gibi bazen biraz. Ya da pis yedili.

Misal ben sana veriyorum sevgimi
Sen seninkini bir başkasına.

O senden alıyor da veriyor kendininkini senden başkasına.

Bu alışveriş karşılıklı olmuyor pek. Verdiğimizden alamıyoruz, yediyi itelediğimizin onu ancak diğer yanındakine çakabileceği gibi.
Dönüp dolaşıp bize patlıyor belki bir şekilde de o yedi, kim bilir kimlerin eli değiyor o arada.

Bir kez de kuralı bozup sevgimizi bize kendininkini verene vermiyor da sonra "ah, sevgimi verdim" diye diğer yanımızdakine yakınıyoruz.

Döne döne sevgim sende oynuyoruz.


20120522

Çiççek

Garip gibi.

İnsanın erkeğinin toplayıp akşam eve gittiğinde sevgilisine "Sana kır çiçeği topladım" diye jest yaparken kullandığı, insanın dişisinin yüzünü güldüren çiçek sığırın erkeği/dişisi içinse bir yiyecekten ibaret.

Olsa olsa sığırın dişisi, erkeğini "Akşama yiyecek bir şey yok, gelirken biraz çiçek getir" diye cepten ararsa çiçek toplayıp götürür erkek sığır ahırına ki o da pek mümkün değil galiba.


Belki de o yüzden sığır.

20120519

2002


In your house
I long to be.







20120518

Bostancı Paraşüt Okulu

Biliyor olabileceğiniz üzre apartman kapısının otomatiği bozulmuştu yakınlarda. Bundan 4-5 ay önce de bir bozulmuştu ve ben akşamları yemek yapmaya üşenmekle aşağı inip kapıda kalan yemekçi kuryesine kapıyı açmayı üşenme arasında yapmak zorunda olduğum tercihte aşağı inmeye üşenmeyi seçerek yemek yapmaya başlar olmuştum. Yemek dediğim tost falan tabi. Özel bir misafirim falan varsa da bazlama arası tost falan. Çok romantik.

Tam yemek yapmaya iyice alışmıştım, zevk bile almaya başlıyordum ki ilahi adalet evrenin bu değişime hazır olmadığını düşünmüş olacak, kapı otomatiğimiz kendi kendine çalışmaya başladı. Yemek konusunda gaza gelip Vedat Milföy'ü davet etmeye karar vermemden korkmuş olabilir. Neticede ne kadar az Vedat, o kadar şapırtısız yemek.

 Otomatik çalışmaya başlar başlamaz yemek yapmaya üşenmek ve internetten yemek söylemeye üşenmek şeklinde güncellenen seçeneklerim arasından yemek yapmaya üşenmeyi seçerek kendimi mevcut duruma adapte ettim. Şartlara çok kolay uyum sağlarım.

Ancak globalleşen dünyada gün geçmiyor ki şartlar değişmesin. Kapı otomatiğimiz bir ay kadar önce tekrar bozuldu. Biraz evrene güvenerek, biraz da gamsızlığımızdan hala yaptırmadık otomatiği. Gel gör ki evrenden tık yok bu kez. Hadi yemek işine bir şekilde alışmıştık, ancak havaların kısmen düzelmesinin falan da etkisiyle eve gelen gidenin artması aşağı inip kapıyı açmaya üşenmekle "evde yokuz" demeye üşenmek arasında bir tercih yapma zorunluluğu ortaya çıkardı. Şahsen ben aşağı inmeye üşenmeyi seçtim lakin "evde yokuz" cümlesinin pek inandırıcı bir bahane olmadığını anlayınca işler zora girdi.

Eh, tarihteki keşifler/yenilikler ihtiyaçtan çıkarmış derler. Ben de kapıyı açmak için kendimi aşağıya asansörden daha çabuk ve zahmetsiz ulaştıracak bir yöntem arayışına girdim. Punto'nun boynuna anahtar bağlayıp apartmana kışılama fikri geldi aklıma ama Punto'nun iki kat aşağı indikten sonra kıvrılıp uyuma ihtimali bu fikrimin önüne geçti.

İş yine başa düşmüştü. Kendimi aşağı ulaştırmanın yolu olarak asansör dışında aklıma gelen en pratik yöntem kendimi aşağı atmaktı ki bu da pek kullanışlı bir yöntem olmazdı. Hatta çok muhtemelen tek kullanışlı bir yöntem olurdu.

Sonra kafamda bir şimşek çaktı (yağdı yağmur, çaktı şimşek dizeleriyle başlayan bir şiirim de vardı o geldi aklıma) , neden ben aşağı inecektim ki, anahtar kendi de inebilirdi. Böylece anahtarı-yanında ben olmadan- aşağı indirmenin yollarını düşünmeye başladım. Bu tabi camdan aşağı atarak olacaktı, benim gibi bir mucit bunu çoktan düşünmüştü. Şimdi olay bu işlemin nasıl daha acısız yapılabileceğini bulmaktaydı. Acısız dediysem, anahtarın canı yanmayacak tabi ki. Ama potansiyel enerjisi(=mxgxh) yüksek (ki h=13. Kat) anahtar aşağı indiğinde iniş pisti olarak bir kafa kullanırsa o kafanın sahibinin canı cidden yanacaktı.

Neyse işte, ilk denemem anahtarı kinder sürpriz yumurtadan çıkan minik dilek balonu gibi dandik bir oyuncağa sararak atmak oldu. Yöntem işe yaradı ancak oyuncak telef oldu. Aynı oyuncağın yumurtadan çıkma ihtimalinin binde bir falan olabileceğini düşününce bu yöntem geçerliliğini yitirdi. Sonuçta eve gelen her insan için 1000 sürpriz yumurta yemek hem masraflı, hem de sağlıksız olacaktı. O kadar yumurta isilik yapar mazallah.

İkinci denemede ahtarı poşetlere sarıp sarmalayarak atmak oldu ki bu da istenen sonucu vermedi. Bir denemede anahtarlığım kırıldı, diğerinde anahtar yamuldu.

Üçüncü yöntemse dahiyane bir fikir şeklinde belirdi aklımda. Poşeti anahtara bir paraşüt vazifesi görecek şekilde iliştirip havaya bırakmaktı. Yöntem anahtarın yere sert düşmesi sorununu ortadan kaldırdı ancak yeni bir sorun çıkardı karşıma. Anahtar düşmüyordu. En azından istediğim yere. İlk denemede bahçedeki ağaca takıldı. Neyse ki ertesi gün soner Akut görevi üslenetek gitti de sopayla dürte dürte anahtarı yere indirdi. 

İkinci denemede Soner'e diyafondan "dur anahtar atıyorum" dedikten sonra Soner'in "paraşüt kullanma" diye mesaj yazmak için kafasını telefona gömmesi, benimse "dur biraz uzağa atayım da ağaca takılmasın" diye düşünmem sonucu aramızda yaşanan koordinasyon eksikliği sebebiyle ve rüzgarın da etkisiyle anahtar süzüle süzüle koca caddenin karşı şeridine geçip Bostan'cı köprüsünün dibine indi. (yaklaşık 100 metre öteye) gerçi Soner kafayı telefona gömmeyip olayı izlese de bir şey değişmeyecekti, uçup anahtarı kapacak hali yok. Benim "laan lan!" diye çırpınışlarımı görüp eğlenirdi en fazla.

Üçüncü denemede paraşüt Okan'ın hüzünlü bakışlarıyla yine ağaca takıldı. Bizim Akut da yurtdışı görevde olduğundan anahtarı kurtarmaya giden de olmadı. Anahtar hala ağaçta sallanıyor muhtemelen. Yanınızda yeteri kadar uzun bir sopa varsa anahtarı ağaçtan alıp apartmanımıza girebilirsiniz. Ya da dünyayı yerinden oynatabilirsiniz.

Tüm bu denemelerden sonra aklıma -kapı otomatiğini tamir ettirmek dışında- daha iyi bir yöntem gelene kadar ben üçüncüyü kullanmakta kararlıyım. 

Yalnız inişlerin daha problemsiz yaşanabilmesi için yetkililerden ricam şu: Bizim eve bir paraşüt okulu açın.Elektrikçi gönderseniz de olur.

20120513

Nii.

- Neden ayrıldınız? - Kalbinin tayini başkasına çıktı.

20120506

Resul & Aslı

Korkarım telefon numaram kötü yola düştü; "bel fıtığı", "böcek ilaçlama" konulu duvar yazılarının mezesi oldu nitekim son dört günde iki kez yeterince abuk yanlış arama diyalogları yaşadım. Özetlemek gerekirse,

B: Hanfendi bu üçüncü arayışınız, yanlış numara diyorum.
O: Çok özür dilerim ben bu numarayı arkadaşımdan aldım, Aslı'yı arıyorum.
B: Üç kez daha arasanız da sonuç değişmeyecek, Aslı değilim.
O: Kimsiniz?
B: Napacaksınız, sonuç olarak aslı değilim.

diğeri de

B: Efendim?
O: Resul'ü aramıştım.
B: Yanlış numara arkadaşım, Resul yok burda.
O: Yok yanlış değil, Resul'ü aradım ben.
B: Yanlış olmasa ben Resul olurdum, ama değilim.

hadi, bekliyorum üçüncüyü de.