20111030

Dantel



S: Kum kabının tabanına neden gazete serili?
B: Çünkü Punto artık tuvalette gazete okuyor.


20111027

3+11

Şunu yazalı 3 yılı geçmiş. Dün, 3 yıl geçtikten 11 gün sonra aydım.

Blogun doğum gününü kutlayacak değilim tabi. Ama üç yıl nasıl da çabuk geçmiş, bu klişeye uğramadan da duramayacağım.

Orada yazan üç maddenin hiç biri gerçekleşmedi tabi ki, ama o zamandan beri değişiklikler oldu haliyle.

Çok büyük değişiklikler de olmadı aslında yahu; işim aynı, arabam aynı,yaşadığım yer aynı, çevremdeki yakın insanların çoğu aynı. (adresim aynı kaderim aynı, nırınım) Biraz olgunlaştım belki, o oldu işte. Hayatıma girip çıkanlar oldu, girip çıkmayanlar oldu, çıkıp girmeyenler oldu. Ne olduysa, iyi oldu. En güzellerinden biri de, Rufus oldu.

Buraya yazmaya tamamen keyfim gereği başlamıştım, 3 yıldır da çok ekstrem durumlar dışında öyle devam ettim. Ama bir kaç ufak faydası da oldu bu canısı blogun. Yazmayı nasıl sevdiğimi tekrar farkettim, eski sevgililerimden birini dolaylı da olsa blogum yardımıyla tavladım, farklı farklı insanlarla çeşit çeşit iletişime geçtim, falan yaptım filan ettim.

Hayatımda değişiklikler oldu diyorum da, 3 yıl öncesine baksam en azından ruhen neredeyse aynı durumdayım. olmayı sevdiğim, daha ziyade kendine yaşayan, hemen her şeyden memnun fazdayım.

Bir arpa boyu yol gitmiş miyiz, o tartışılır. Siz tartışın ama, beni bulaştırmayın.


Hem ben demiştim "Olmaz ama" diye.




Hah, bir de blog anamız pdd'ye teşekkür etmeli.

20111020

3

Biz üç kişiydik; ben, keyfim ve kahyası.

Diğer ikisini öldürdüm, ben.



Şimdi keyifsizim.

Kahya da yok artık, çamaşır yıkayıp ütü yapmak bana kaldı.




"Açıl(ın), ben necromancer'ım" diye gelse ya biri.




Gelmez ki.

20111012

14109

İlkokul öncesi bir çok Türk erkeğinde olduğu gibi futbolla başlayıp ortaokula kadar o şekilde devam eden, ortaokul ve lise yıllarında basketbol ve tenis ile şekillenip üniversite sonrasında darta meyleden; çeşitli kupa, madalya ve popüleriteye katkı gibi ek ödüllerle süslediğim sporcu kişiliğimin  İstanbul'a geldikten sonra da devam etmesi için  bir spor salonuna üye olmuştum neredeyse üç yıl önce.  Salona en yakın arkadaşlarımdan biriyle üye olmuş, üyelik ücretini de peşin ödemiştim ki olası bir üşengeçlik durumunda hem maddi hem manevi teşvikçilerim olsun; arkadaşım beni spora gelmem konusunda darlasın,  ben de "Gitti paracıklar, bari işe yarasın" diye düşünüp kendime gaz vereyim. 

Gel gör ki o en yakın arkadaşlarımdan biri bir sebepten bana küsünce bizim manevi ayak çöktü. Eh, maddeye de mana kadar önem veren bir insan olmadığımdan ücreti peşin ödemiş oluşumun sağlaması gereken itici güç de bir süre sonra tükendi ve salon maceram oracıkta son buldu.

Sonrasında, yaşadığım manevi çöküntüden midir artık bilmem, spor adına hiç bir aktivite yapmamaya başladım. Öyle ki iş arkadaşlarımın "akşam 11-12 halısaha maçı var, gelsene" şeklinde her hafta tekrarlayan davetlerini "oram buram ağrıyo" bahanesiyle savuşturdum hep. Onlar da 10. Haftada vazgeçtiler zaten davet etmekten. Ya da halısaha abonelikleri bitti bilmiyorum. 

Ama bir yerden sonra, geçen yıl bu zamanlar falan,;içimdeki sporcu yerinde duramamaya, adeta düz duvara tırmanmaya başladı (fesatlaşmayın hemen). Tam da o sıralar Avrupsya (search motorlarından alakalı alakasız gelmesinler. Ya da gelsinler ya) Avrasya Maratonu'nun kayıtları vardı. Güzel fırsattı, uzun süredir spor yapmamanın acısını kitleleri peşimden koşturacak bir sporla çıkarmak eğlenceli olurdu. Tamam ilk sırada koşamazdım belki ama ortalarda bile koşsam arkamda koşan hatırı sayılır bir kitle olacaktı sonuçta.

Çekirdek kadromuzdan üç kişiyi daha maratona katılmaları konusunda ikna ettikten sonra hazırlıklara başladık. Bizimkiler nasıl gaza geldilerse hatta, maraton kaydımı bile onlar yaptırdı. Bir taraftan da işime geldi tabi bu, ben konsantrasyonumu ve enerjimi maratona saklamak istiyordum. -Yanlış hatırlamıyorsam- 14109 göğüs numaralı, başarıyı özlemiş bir atlet olarak maraton gününü bekliyordum artık. Hatta bu olaydan şurda da bahsetmişim (yaşası referism) ve evet gögüs numaramı da doğru hatırlamışım

Maratonun bir gece öncesi artık tüm hazırlıklar yapılmıştı. "dönüşümüz zor olur, iki araba Beşiktaş'a gidip bir arabayı orada bırakıp gelsek mi?" gibisinden ince ayarlar
bile düşünülmüştü. 

Ama ne yazık ki, maraton sabahı bir sporcunun yaşayabileceği en acı aksiliği yaşadım. Korkmayın, sakatlandığım falan yoktu, sadece uyanamamıştım. Yapılan onca hazırlık arasında atladığım tek ayrıntı maratonun pazar sabahının bir körü yapılacak olmasıydı ve pazar sabahı erken kalkmak da beni maraton koşmaktan daha fazla zorlayacak bir olaydı. Çoktan hazırlanmış olan üç arkadaşımın iyi niyetli ve ısrarlı uyandırma çabaları da iddialı olamayacak kadar şuursuzca kurduğum "siz koşmaya başlayın, ben size yetişirim" cümlesinden sonra kesilince onlar koşmaya gitmiş bense uyku sporuma geri dönmüştüm. Sağolsun bizimkiler eve döndüklerinde ellerinde benim kılığıma girip benim için aldıkları madalyam vardı da onca hazırlığın bir hatırası kaldı bana en azından. 

Neyse işte, geçen hafta öğrendim bu yılki maratonun bu pazar yapılacağını. Bir an katılım konusunda yine gaza geldim ancak düşününce geçen yılki kadromuzu tekrar toplayamayacağımı farkettim. Erman zaten taşındı. Soner geçen yılki davranışımdan sonra hayatta gelmez. Erdem'e sorsam "Punto'yu da götürelim abi, o da koşsun" diyerek Punto'yu da getirmeye kalkar, sonra bir de kedi peşinde koşarız maraton yetmiyor gibi. 

Başkalarının kanına gitmek için de geç kaldım, şunun şurasında 4 gün mü ne kaldı maratona ki kayıt vs. olayları var bir de. 

Sanırım bu yıl da maratona gönülden katılabileceğim sadece. 

Olsun, o da yeter. 

Hem zaten, hayat başlı başına bir maraton değil mi?

20111010

İki. Üç.

"Neden çift karakterlisin?" diye sormuşlar ikizler insanına.
"Çift karakterli olan ben değilim, diğer karakterim" demiş.

20111006

DD

Çeşitli süpermarketlerin günün önemine binaen yaptığı indirimler sayesinde son iki yıldır bir bayram edasıyla geçirip ( ben neden bayram havasına girdiysem, ne aldıysak Rufus'a aldık) kumdur, mamadır, eve getirdikten yarım saat sonra ortadan kaybolma garantili top/oyuncak faredir, bilimum kedi gıda ve ihtiyaç maddesine hücum ettiğim Hayvanları Koruma günü'nü bu yıl da aynı coşkuyla yaşayabilmek için gözüme bir süpermarket kestirdim hafta başında. Bayramlıklara kavuşmak Punto'nun da hakkıydı, ona Rufus'un küçülenlerini giydiremezdim sonuçta.

Gel gör ki gözüme kestirdiğim marketin yaptığı indirimden yararlanabilmem için o markete ait indirim kartına (böyle mi denir buna?) sahip olmam gerektiğini biraz geç öğrendim. Belki de öyle bir gereklilik yoktur, beni keklemişlerdir. Neyse ki Soner'in söz konusu karta sahip olduğunu öğrendim. Ama bilmek yetmiyor tabi kartın sağlayacağı indirimden faydalanabilmek için. Bir de kartı Soner'den almak gerekiyor ki ben bu konuya biraz geç aydım.

Aydınlandığımda saat gecenin ikisiydi. Bir taraftan gecenin karanlığında aydınlandığım için mutluydum, ama bir taraftan da gecenin o saatinde kartı Soner'den alamayacağım için kaygılıydım. Nitekim kendisi ertesi sabah beşte (ertesi sabah dediğim üç saat sonra işte) bir seyahate çıkmak için uyanacaktı ve bu uyanış için üç saat önce uykuya yatmıştı.

Babasının cep telefonunun hayal olduğu zamanlarda 3 aile ve üç araba gidilecek bir piknik organizasyonu için yola çıkmak üzere diğer aileleri beklemekten sıkılıp "BİLMEMNERESİ - NÜFUS 10.000" tabelasına "Biz yola çıktık, siz de şuraya gelin" notu yazdığına şahitlik etmiş bir insan olarak benim de aklıma not yazmak geldi. (Babamın notu da işe yaramıştı bu arada.)

Biraz o saatte not yazmaya uygun bir kağıt aramaya üşendiğimden, biraz da Punto'nun kapıya yapıştıracağım not için oluşturacağı tehlike sebebiyle, biraz da belki gelecek nesillere miras kalır diye notu mermer tablete yazmak geldi aklıma... Tamam ya, gözüme takılan yazmaya -en azından bana göre- uygun ilk şey mermerdi. Zaten evin her yerinden mermer fışkırıyor, gören taş devrine yeni adım attık sanır.

Neyse işte, notu aşağıda görebileceğiniz gibi yazdım ve kapının önüne bıraktım. Punto'nun o notu yok etmesi, Soner'in de o nota ayağı takılmadan evden çıkması mümkün değildi. Not illa ki okunacaktı ve kart bırakılacaktı. Bunu bilmenin iç huzuruyla uykuya daldım, derin derin uyudum. Rüyamda Punto ona indirimden aldığım paket paket kumun içinde doyasıya eşeleniyor, göbeğine doldurduğu mamalardan sonra yalanırken bana pati sallıyordu.

Beni güzel rüyamdan uyandıransa acı acı çalan telefon oldu. Önce saate baktım, sekizdi. Yine geç kalma sınırındaydım. Sonra arayana baktım, Soner'di. (her telefina verecek cevabım vardır. Ama önce arayana bakarım adam mı diye, sonra saate bakarım laf olsun diye). İki şart da sağlandığı için telefona cevap verdim.

Gel gör ki hem uykulu hem de geç kalıyor olmanın verdiği şaşkınlıkla Soner'in ne dediğini pek anlamadım, "He tamam" diyip telefonu kapadım. "kart arabada" falan diyordu onu anladım bir. Giyinip evden çıktım, arabama yürüdüm ve indirim kartını aşağıdaki halde buldum. Abi arabanın sileceğine kart sıkıştırmak ne, eve bıraksana kartı?

Soner ya önceki hayatında trafikte sıkışmış arabalara masaj salonu flyer'ı dağıtan adamlardan biriydi, ya da orijinal notuma daha orijinal bir karşılık vermek istedi.

Bilmiyorum hangisi.






Yazdan

Yaz gelecekti.

Kiraz ağaçlarına tırmanırken kollarımızı çizecektik

Giyip mayolarımızı denize gidecektik; sen yüzecektin, ben çimecektim.

Yaz gelecekti.

Yaz gelmedi, sen gittin.



(Yazın gelemediği zamanlardan, Mayıs'tan, 2011'den)
Üst not: "Buro, n'oluyor olm?" tepkilerini -belki bir kez daha- göz ardı edeyim diyorum zira yazıp da yayınlamadığın dilinin ucuna getirip de söylemediğin kadar hoşnutsuzluk verici.


Yirmi dakika mola versek ayrılığa, aylar sonra?

Hani otobüsler bile bir kez duruyor ya, hepi topu altı saatlik yolda.

(Temmuz galiba, 2011)



Dip not: Bir şey olmuyor.

20111004

Ama Var



- Veteriner hanım, erkek mi Punto?
- Evet, erkek.
- E ama memeleri var?
- Sizin yok mu, beyfendi?


Neyse ki benim değil, bir arkadaşın başından geçen.