20111012

14109

İlkokul öncesi bir çok Türk erkeğinde olduğu gibi futbolla başlayıp ortaokula kadar o şekilde devam eden, ortaokul ve lise yıllarında basketbol ve tenis ile şekillenip üniversite sonrasında darta meyleden; çeşitli kupa, madalya ve popüleriteye katkı gibi ek ödüllerle süslediğim sporcu kişiliğimin  İstanbul'a geldikten sonra da devam etmesi için  bir spor salonuna üye olmuştum neredeyse üç yıl önce.  Salona en yakın arkadaşlarımdan biriyle üye olmuş, üyelik ücretini de peşin ödemiştim ki olası bir üşengeçlik durumunda hem maddi hem manevi teşvikçilerim olsun; arkadaşım beni spora gelmem konusunda darlasın,  ben de "Gitti paracıklar, bari işe yarasın" diye düşünüp kendime gaz vereyim. 

Gel gör ki o en yakın arkadaşlarımdan biri bir sebepten bana küsünce bizim manevi ayak çöktü. Eh, maddeye de mana kadar önem veren bir insan olmadığımdan ücreti peşin ödemiş oluşumun sağlaması gereken itici güç de bir süre sonra tükendi ve salon maceram oracıkta son buldu.

Sonrasında, yaşadığım manevi çöküntüden midir artık bilmem, spor adına hiç bir aktivite yapmamaya başladım. Öyle ki iş arkadaşlarımın "akşam 11-12 halısaha maçı var, gelsene" şeklinde her hafta tekrarlayan davetlerini "oram buram ağrıyo" bahanesiyle savuşturdum hep. Onlar da 10. Haftada vazgeçtiler zaten davet etmekten. Ya da halısaha abonelikleri bitti bilmiyorum. 

Ama bir yerden sonra, geçen yıl bu zamanlar falan,;içimdeki sporcu yerinde duramamaya, adeta düz duvara tırmanmaya başladı (fesatlaşmayın hemen). Tam da o sıralar Avrupsya (search motorlarından alakalı alakasız gelmesinler. Ya da gelsinler ya) Avrasya Maratonu'nun kayıtları vardı. Güzel fırsattı, uzun süredir spor yapmamanın acısını kitleleri peşimden koşturacak bir sporla çıkarmak eğlenceli olurdu. Tamam ilk sırada koşamazdım belki ama ortalarda bile koşsam arkamda koşan hatırı sayılır bir kitle olacaktı sonuçta.

Çekirdek kadromuzdan üç kişiyi daha maratona katılmaları konusunda ikna ettikten sonra hazırlıklara başladık. Bizimkiler nasıl gaza geldilerse hatta, maraton kaydımı bile onlar yaptırdı. Bir taraftan da işime geldi tabi bu, ben konsantrasyonumu ve enerjimi maratona saklamak istiyordum. -Yanlış hatırlamıyorsam- 14109 göğüs numaralı, başarıyı özlemiş bir atlet olarak maraton gününü bekliyordum artık. Hatta bu olaydan şurda da bahsetmişim (yaşası referism) ve evet gögüs numaramı da doğru hatırlamışım

Maratonun bir gece öncesi artık tüm hazırlıklar yapılmıştı. "dönüşümüz zor olur, iki araba Beşiktaş'a gidip bir arabayı orada bırakıp gelsek mi?" gibisinden ince ayarlar
bile düşünülmüştü. 

Ama ne yazık ki, maraton sabahı bir sporcunun yaşayabileceği en acı aksiliği yaşadım. Korkmayın, sakatlandığım falan yoktu, sadece uyanamamıştım. Yapılan onca hazırlık arasında atladığım tek ayrıntı maratonun pazar sabahının bir körü yapılacak olmasıydı ve pazar sabahı erken kalkmak da beni maraton koşmaktan daha fazla zorlayacak bir olaydı. Çoktan hazırlanmış olan üç arkadaşımın iyi niyetli ve ısrarlı uyandırma çabaları da iddialı olamayacak kadar şuursuzca kurduğum "siz koşmaya başlayın, ben size yetişirim" cümlesinden sonra kesilince onlar koşmaya gitmiş bense uyku sporuma geri dönmüştüm. Sağolsun bizimkiler eve döndüklerinde ellerinde benim kılığıma girip benim için aldıkları madalyam vardı da onca hazırlığın bir hatırası kaldı bana en azından. 

Neyse işte, geçen hafta öğrendim bu yılki maratonun bu pazar yapılacağını. Bir an katılım konusunda yine gaza geldim ancak düşününce geçen yılki kadromuzu tekrar toplayamayacağımı farkettim. Erman zaten taşındı. Soner geçen yılki davranışımdan sonra hayatta gelmez. Erdem'e sorsam "Punto'yu da götürelim abi, o da koşsun" diyerek Punto'yu da getirmeye kalkar, sonra bir de kedi peşinde koşarız maraton yetmiyor gibi. 

Başkalarının kanına gitmek için de geç kaldım, şunun şurasında 4 gün mü ne kaldı maratona ki kayıt vs. olayları var bir de. 

Sanırım bu yıl da maratona gönülden katılabileceğim sadece. 

Olsun, o da yeter. 

Hem zaten, hayat başlı başına bir maraton değil mi?

Hiç yorum yok: