20110428

Doğal Yaşamı Koruyalım Derken Benim Yaşamdan Gitti Bi Beş Yıl

Orta son, lise bir falandım o zamanlar.

Kaldırım taşını yerinden söküp Golyat misali üzerimize fırlatmak, bisikletlerimizi o yaşlarda sürebildiğimiz maksimum hızda sürerken ve kendisi benim bir önümdeki bisikleti kullanırken dönüp suratıma tükürerek bisikletten düşmeme; gidonun bi tarafıma, tekerleğin başka bir tarafıma girmesine sebep olmak gibi eşek şakaları konusunda ihtisas yapmış bir arkadaşım "Senin adına bir porno dergiye abone olup sizin evin adresini vereceğim" demişti.

O lafı söylediği an çok ciddiye almamıştım, eşek şakası yapardı da anne babamın gözünde itibarımı iki paralık edecek şakalar da yapmazdı sonuçta. Anneme muzır neşriyat yakalatmamış, -yakalattıysa da farketmemiş- bir insandım ben o yaşlarda. Bi gururumuz, bi özelimiz vardı çocuk olsak da.

Şimdi düşündüm de ne zor günler geçirmişiz. İnternet yok, bilgisayar varsa bile ulaşabileceğin içerik sınırlı. İçerik derken bilimsel içerik. İlla ki hard copy olacak her şey. Siyah poşetlerde, kapakta yayının ismi hariç hiç bir şey görünmeyecek şekilde satılırlardı bir de. Hani gidip alayım desen beşyüz metreden belli ne aldığın.

Edinmesi bir dert, saklaması ayrı dert. Bilgisayarda olsa istatistik 301 diye bir klasörde saklarsın istediğin dokümanları, dikkat çekmez. Ama bir dergiyi İstatistik 301 adıyla ciltletip ansiklopedilerin arasında saklayamıyordun sonuçta.

Herşeyin hardcore olanına alışmış insanları da yadırgamamak lazım bence bu yüzden.

Neyse, bir yaz günü, babamla bir yerlere gidecektik. Dün gibi de hatırlarım.

Babamın evden çıkmasını ev kapısında beklemek yerine apartman kapısında beklemeyi tercih etmiş, asansörle aşağı inmiştim. Zemin katta duran asansörden çıktıktan sonra yarım kat daha aşağı inmek gerekiyordu apartman kapısına ulaşabilmek için.

Zaten dokuz basamaktan oluşan merdivenlerin ilk üç basamağını inene kadar sorun yoktu, çünkü posta kutularımız o yükseklikten görünmüyordu.

Dördüncü basamakta gözüme siyah bir poşet takıldı, kıvrılıp bir posta kutusuna tıkıştırılmış.

Beşinci basamakta o poşetin bizim posta kutusuna tıkıştırılmış olduğunu anladım.

Altıncı basamakta bi "hass" nidası savurdum istemsizce, çünkü o sırada babam asansörü çağırmıştı bile. 30 saniye sürüyordu asansörün beşinci kattaki evimize ulaşması. 30 da iniş, yaklaşık bir dakika vardı babamın gelmesine.

Yedinci basamakta bi ateş bastı beni.

Sekizinci ve dokuzuncu basamaklar yok, çünkü yedinci basamaktan direk posta kutularının yanına atladım.

Siyah poşet içindeki dergiyi aldım, baktım, üzerinde benim ismim yazılı. Aha, dedim. "hakikaten de benim adıma abone olmuş."

O an orda bayılıp kalmadıysam babamın yaklaşık 45 saniye sonra yanımda olacak olmasındandır, sonuçta elimde siyah bir poşetle posta kutularının dibinde bayılmış olarak bulunmayı kimse istemez.

Babam aşağı inene kadar bodrum katına nasıl indim, o dergiyi nasıl saklayabildim bilmiyorum ama başardım saklamayı.

Sonra babam geldi, gideceğimiz yere gittik işimizi hallettik. Ama bir de bana sor naptık, nasıl hallettik. Beni hala ateş basıyor, hala içimden küfrediyorum eşek şakası sever arkadaşıma. Bi taraftan da dergiyi sakladığım yerin bodrum katında oturan apartman görevlisinin dairesinin dibinde olması durumu var. Tesadüfen bulup "Bu sizin çocuk adına gelmiş" diye anneme götürürse falan diye senaryolar yazıyorum ben sürekli.

İşimiz bitince babamdan ayrılıp topuklarım popişime vura vura eve koştum. Apartmandan girince bir dark elf gibi parmak uçlarımda yürüyerek bodruma indim. Oh, dergi duruyordu yerinde. En azından annem haberdar değildi durumdan. En azından bu ayı atlatabilmiştim ama arkadaş beni yıllık abone yapmıştı muhtemelen, her ay aynı stresle nasıl yaşardım ben?

Gidip direk çöpe de atabilirdim ama ben sessizce açmayı tercih ettim poşeti, sırf arkadaş zahmet etmiş, neymiş bir bakayım diye.

Poşeti heyecanla açarken yeşil harfler çarptı gözüme. Topu topu dört harfin oluşturduğu kelimeyi zar zor birleştirdim zihnimde: TEMA.

TEMA? Ne işin var senin siyah poşet içinde? Hayrettin Karaca bi an girdi çıktı az önce yazdığım o senaryoların içine.

Bana yaklaşık bir saat ecel terleri döktüren şey meğer muzır neşriyat değil; üyesi olduğum, toplantılarına katıldığım Tema'nın bilmem kaç ayda bir yayınlanan süreli dergisiymiş.

Bunun şerefine ertesi hafta gittim, 5 tane meşe diktim.

20110427

Göbek döngüsü

Sabah şirkette kahvaltı. Yaparsam ögle yemeği zamanında acıkmıyorum. Öğle yemeğinde acıkmazsam öğleden sonra bu saatlerde acıkıyor, karnımı doyurursam bu sefer de akşam acıkmıyorum.

Ben buna göbek döngüsü diyorum. Akşam acıkmayınca da gece uykumun arasında acıkıyorum. Gece yemeklerine alışıp da göbek yapacağım diye korkuyorum 30 yaşımın arifesinde.