20130422

imp


Cuma gecesinin bir vakti Erdem'in gelip "Abi işyerinin orada bir kokoreççi buldum, şahane" dediğinden olacak, cumartesi sabahı gözlerimi "kokoreç" diye açtım. Beslenmeme sabah sabah kokoreç yemenin pek hoş olmayacağını bilecek kadar özen gösteren bir insan olarak bu hevesimi erteledim tabii, günün büyük bölümünü "kokoreç" diye sayıklayarak.

Öyle öyle akşamı ettim. Kendime yandaş bulamadığım için tek başıma çıktım dışarı. Beslenmeme olduğu kadar günde en az bilmem kaç dakika yürümeye de özen gösterdiğim için üşenmedim, sahildeki kokoreççiye kadar yürümeye başladım. Tabii sahilde park yeri aramaya üşenmemin de yürümeye üşenmememe yardımcı olduğunu itiraf etmeliyim. Gittim, kokoreçimi yedim tosunlar gibi. Eve dönerken yürüdüğüm onca yolu belgeleyip ileride torunlarıma gururla göstermek için telefonda yüklü olan "kaç dakikada ne kadar yürüdün de kaç kalori yaktın haberin var mı" uygulamasını çalıştırmak geldi aklıma. Düşünce özgürlüğüme olan saygım dolayısıyla çalıştırdım ben de uygulamayı ve hevesli hevesli eve yürümeye başladım.

Eve gelip sonuç ekranına baktığımdaysa moralim alt üst oldu. Prenses başka bir kalede olsa bu kadar üzülmezdim, öyle diyeyim. Dünya çevresinde 3 tur atacak kadar yürümüştüm ama yalnızca 0.98 kilometre yürümüş görünüyordum. Bir kilometre bile değil lan, bilsem apartman çevresinde iki bir tur atardım da bir kilometreye tamamlardım.

"Neyse ki imperyal sistem kullanmıyoruz" diye düşündüm sonra. O zaman 0.6 mil falan yürümüş olacaktım mesela, daha da üzülecektim. Kütlem de mesela 76 kilogram değil de 167 pound olacaktı. Moralim daha da bozulacaktı.

Sonra düşündüm ve bunun kapitalist Amerika'nın kendi halkına oynadığı bir oyunu olduğunu anladım. Bu sistemi kullanıyorlardı ki halkları kendilerini daha ağır hissetsin, zayıflamaya daha çok çabalasın. Yürüdükleri mesafeler gözlerine daha az görünsün de daha çok yürümeye çalışsınlar falan. Sonuçta aralarından 1 pound pamuk mu ağırdır yoksa 0,45 kilo demir mi diye düşünen çok az insan çıkacaktı.

Daha hızlı çalışmak için ben de mi imperyal sisteme geçsem.


20130416

Overlok Makinası Ayağınıza Geldi

Bazen kulağıma tatlı tatlı fısıldayıp sabahları beni uykumdan uyandıran sevdiceğin, bazen de yalnızlığımda çıkagelen bir dostun sesi gibiydi benim için, "overlok makinası ayağınıza geldiği" diyen kadının sesi.

Her duyduğumda "belki bu kez görürüm" umuduyla cama çıkardım. Ama utangaçtı, hep arabanın içinde saklanırdı. Ne kendisini görebilirdim, ne de hünerlerini sergilediği o overlok makinasını. Çok da çekingendi. Her geçişi ya arka sokaktan olurdu ya da yan sokaktan. Hiç bizim sokaktan geçtiği olmazdı. Ama bir taraftan da bana çok bağlıydı. Onun sesini ilk duyduğumdan beri 2 şehir değiştirdim, ikisinde de peşimden geldi o kadife sesiyle.

Çok merak ediyordum ama ben de çekiniyordum içten içe. Karşısına çıkmaktan korkuyordum. Hem nasıl çıkacaktım ki, sesini duyduğuktan sonra ben aşağı inene kadar zaten gitmiş olurdu. Camdan bağırsam durdurmak için, "overlokçuuu, bi dakika" mı diyecektim. Sesimi duyunca kaçardı belki de ürkek bir ceylan gibi. Kaçmadı diyelim, arabanın şoförü "sen overloklukları sepetle sarkıt, beş dakikada yapalım" diyebilirdi ve ben yine göremezdim o sesin sahibini. Ama bu utangaçlığının bir sebebi olmalıydı.

Günlerce bunu düşündükten sonra acı gerçeği farkettim. O sesin sahibi, ürkek ceylanım, şoförün tutsağıydı. O da karşıma çıkmak istiyordu da onun emeğinden ekmek yiyen şoförün gazabından korkuyordu. Ama korkmamalıydı, kurtaracaktım ben onu.

Ama nasıl? Napardım da bir şekilde karşısına çıkardım?

En son bir plan yaptım. Mahallemizin odamın duvarını tamamen kaplayacak büyüklükte bir haritasını yaptırıp duvara astım ve iki ay boyunca ürkek ceylanımın sesini her duyduğumda o an bulunduğu yeri harita üzerinde işaretleyip saati de kenarına not ettim. Filmlerde seri katilleri bile böyle yakalıyorlardı, ben ceylanımı mı yakalayamayacaktım? Elde ettiğim verileri bilgisayarıma yükleyip bir simülasyon oluşturunca overlok mafyasının rotasını tam olarak saptadım. Rotaya göre çarşamba günü saatler 16:15'i gösterdiğinde arka sokaktan geçecekti. Ama o gün cumaydı. Ceylanımı kurtarmama daha beş koca gün vardı. Benim için geçmesi çok zor bir zamandı ama bu dezavantajımı da lehime çevirmeye karar verdim. Mahallenin haritasını ve mafyanın rotasını kendime göre şifreleyip vücuduma dövme olarak yaptırdım. Olur da aşağı sokakta yakalayamazsam rotayı takip edip yetişecektim şoföre. Kalan zamanımda da bu görevim sırasında ihtiyacım olabilecek ekipmanları tamamladım. Tepesinde pusula olan bir rambo bıçağı, mavi ışık versin diye bir mavi ışık, ceylanımın hapsolduğu arabayı durdurmam gerekirse diye bir kement falan edindim. Kusursuz işleyeceğinden emin olmak için her gece uyumadan planımı en ufak ayrıntısına kadar gözden geçirdim.

Salı gecesi gözüme uyku girmedi. Bir yandan önümdeki zorlu operasyonun heyecanı nabzımı arttırıyor, diğer taraftan ceylanıma kavuştuğumda yaşayacağımız saadet kalbimde kelebekler kanat çırpıyormuşçasına ürpertiyordu içimi. O düşüncelerle sızdığımda saat sabahın beşi falan olmalıydı.


Çarşamba sabahı ise vakit gelip çatmıştı. Uyanır uyanmaz hazırlıklarıma başladım. Şoförün dikkatini çekmemek için üzerime overlok yapılması gereken birşeyler giydim, boynuma ekipmanlarımı gizlemesi için pelerin niyetine uçları pülçük pülçük olmuş bir kilim bağladım. Ekipmanlarımı kuşandım ve artık hazırdım. Sokağın en tenha köşesinde şoförün geçişini beklemeye başladım. Rotadan emin olmak için düvme olarak vücuduma işlettiğim haritaya bakmak geldi aklıma ama salak dövmeci rotanın en kritik kısmını sırtıma işlediğinden bu amacımı gerçekleştirmek için hamama gidip tellaktan tarif almam falan gerekirdi. Artık bunun için çok geçti. Neyseydi, ceylanımın sesi uzaktan duyulmaya başlamıştı bile. Sesinin binalardan yankılanışını dinleyip bana ne kadar uzakta olduğunu anlayabiliyordum. Giderek yaklaşıyordu. Son metrelerde heyecanım o kadar artmıştı ki kalp atışlarımın sesiyle ceylanımın sesi birbirine girmişti. Ama heyecanımı, şelale olmuş akan duygularımı sonraya saklamalıydım. Soğuk kanlı olmalıydım.

Overlok makinası giderek ayağıma geliyordu. Artık beş dakika değil, beş saniyeden de az zaman kalmıştı. Mükemmel bir zamanlamayla kendimi arabanın önüne atıp camına yapıştım. Beni bir anda karşısında gören şoför napacağını şaşırmıştı. Anlaşılan o ki kamuflajım ve pelerinim işe yaramış, sürekli overlok yapılması gereken şeyler gördüğünden bana hiç dikkat etmemişti. Mesleki deformasyon belki de onun sonu olacaktı. İlk şoku atlattıktan sonra silecekleriyle beni camdan savurmaya çalıştı ama beni silkeleyemiyordu. Saatte 160 kilometreyle giden arabanın camına yapışmış sivrisinek gibi inatçıydım o an. Sivriden farkımsa yaşıyor olmamdı.

Sonunda pes etti ve durdu şoför. Arabadan indiğinde elinde levye vardı ancak pelerinimin altından kementimi gösterince bir an tereddüt etti. Ne istediğimi sorduğunda büyük bir kararlılıkla söyledim, arabaya hapsettiği yavru ceylanımı istediğimi.

O an kahkaha atmaya başladı şoför. Ağzından dünyamı yıkacak birkaç söz döküldü. Ben olduğum yerde dizlerimin üzerine çöktüm, yığıldım kaldım. Neredeyse bilincim yerinde değildi. Şoförse bu fırsatı değerlendirip bastı gitti arkasında dumandan oluşan bir bulut bırakarak. Galiba egzoz muayenesini yaptırmamıştı, yoksa bu kadar duman çıkamazdı. Mavi dumana bakılırsa motor da yağ yakıyordu. Plakasını alıp trafiğe şikayet etmek aklıma geldiğindeyse çoktan uzaklaşmıştı.

Bu şoku atlatıp yaralarımı sarmam birkaç haftamı aldı. Bu süre içinde yine boş durmadım. Arka Sokaklar dizisinin cinayetten gaspa, adam kaçırmadan organize suçlara kadar her konuda uzman ekibinin sürekli bilgisayar başında oturup her şeyi bulan üyesine ulaşıp derdimi anlattım ve yardım istedim. Kendisi azmimden o kadar etkilendi ki bana İstanbul'daki tüm overlok makinesi taşıyan arabaların plakalarını ve en son görüldükleri konumları vermeyi kabul etti.

Bütün arabaları tek tek yakalayıp ürkek ceylanımı bulacaktım. Ve planladığım gibi tüm arabaları tek tek buldum.

Ama overlok mafyası o kadar iyi örgütlenmişti ki. Sanki lunaparkın aynalarla dolu odasında biten polisiye kovalamaca sahnesinde gibi hissediyordum kendimi. Birbirinin aynı arabalardan ceylanımın sesi geliyordu ama ceylanım hangisinde bulamıyordum. Her durdurduğum arabada şoförün kahkalarla söylediği cümle ilk şoförün söylediğiyle aynıydı:

- Sorry Buro, yavru ceylan is in another castle.



Sonra uyandım.

20130409

Ağlama Melis

Bir müzisyen hakkında yazacağım da hiç aklıma gelmezdi ama bugün yolda aklıma geldi. Yazacağım gelmedi, yazacaklarım geldi.

Memleket sınırları içinde çoğu aynı çeşitler içinde sıkışmış olmakla birlikte çeşit çeşit kadın şarkıcı/müzisyen var görebildiğim kadarıyla.

Şarkı söylerken aynı anda hem eski sevgilisine nispet yapıp hem de moda danışmanlığı yaparak insanlara hangi rengin çok yakıştığını söyleyecek kadar marifetliler var ki aynı anda üç işi yapabiliyor olmaları takdir edilirken eski sevgililerinin kendilerini ne kadar tınladığı ve renk tavsiyelerine uyup uymadıkları tartışılır. "Nispet yaparken ölecek" diyorum ben bunlara içimden.

Bunun bir versiyonu da nispet yapan ancak içindeki maço kadını yansıtmaktan da pek çekinmeyenler. Öyle ki "Bebek'te tur atarken eski sevgilisini yeni sevgilisiyle görse saç baş girişir" diye düşünür insan. Şarkı söylerken atar/gider yapıp elindeki mikrofonu kafanda paralayabilir pekala.

Bazıları var ki en neşeli şarkıları bile ağlak. Sanırsın sürekli sıla hasreti çekiyor da yaşadığı depresyon yüzünden her şarkısında yeni bir imajla ortaya çıkıyor. Yolda görsem dayanamaz "kim üzdü seni bacım, sana yamuk yapandan hesabını sorarız" derim dayanamayıp.

Bir de rock yapanlar var tabii. Tam da popülere daha yakın bir tarzla piyasaya çıktığı sırada rock patlayıverince "dur lan, bu iş daha iyi" diye rock müziğe dönüp aslını unuttuğunu düşündüğüm bir grup şarkıcı var mesela. Sonra "madem rock yapıyorum, hem ürkünç hem çılgın olayım" diye türlü hallere girip duvaksız voodoo gelinine sesiyle iğne batıranları var. Hem gotik hem sevimli olmaya çalışan bir tür de vardı bir ara da neyse ki can kırıklarıyla beraber süpürdüler galiba onları halının altına, pek görünmüyorlar artık.

Neyse işte, çok yakın bir müzik takipçisi değilim ama bir süredir gördüğüm hem kendini hem de müziğini aklı başında tutmayı en iyi beceren insan Melis Danişmend galiba. Belki Yasemin Mori olur ona yakın.

Adam gibi dinlemişliğim de yok hala kendisini, ilk şu cover'ı bulduğumda dinlemiş, ilk dinlediğimde de hiç sevmemiştim yorumu. Sonraları sevdim, dinleyip alıştıkça. En azından bana görünen, kadın hanım hanımcık, müziğini yapıp şarkısını söylüyor. Şarkısında sitemlerini de nezihçe yapıyor, gidip masayla arkadaşlık ediyor.

Yaptıklarının güzelliğini duyurmak için pek tepinmiyor. Sahnede eğleniyor olmalı ki ben videolarını (Misal, Misal) izlerken bile eğleniyorum kendi çapımda. Blogunu (blogger üstelik, tumblr falan da değil) yazıp derdini anlatıyor. Telefonunu kaybedince "acaba onsuz ne kadar yaşarım" diye denemelerde bulunuyor falan. Saf bir adam olarak fazla büyütmüş de olabilirim gerçi.


İki Gündür de son klip şarkısını izleyip/dinleyip duruyorum. "Ankara'ya yola çıksam da 3 saat boyu dinlesem" diyorum.


Videoda Gülşah Erol da olsa daha iyi olurmuş gerçi. Malum, yaylı çalgılar.

20130408

Yazdımdı Gerçi

Emrah Serbes'i Behzat ç. için bile kıskanmıyorum da şu cümlesini okudukça kıskanıyorum:

"Seni sevmeyen birini sarhoşken arayamazsın. Seni sevmeyen birini gece yarısından sonra arayamazsın. Seni sevmeyen birini öğleden sonra bile arayamazsın. Belki akşamüstü mesaj çekersin."


Yazdımdı gerçi.





Korkmayın lan aşık falan değilim.

20130406

İnceciksin Sanırsın

Bu bağlantıyı daha önce de kurmuş olabilirim. Hatta yazarken zaten kurmuş olabilililirim.