20100227

Papia

Yeni faciamız da papia reklamları.

önceki reklamlarını hatırlıyorum, pek tutunamamış bi manken/oyuncu/herneyse kızımız "küçük hataları görmezden gelirim, ama abartırsan siler atarım" gibisinden bi cümleyle boy gösteriyordu.

Hadi dedim tamam, piyasaya yeni girmişler (üşenmedim araştırdım, 2006'da). Böyle bi reklam normal onlar için.

Yalnız son reklamı hakikaten komik. Hatun kişi "Ben en iyisini isterim" diye kağıt ruloları üzerine tırmanıyor.

Arkadaşım hasta mısın. Alt tarafı kıçını sildiğin tuvalet kağıdı. En iyisi için tepelere tırmanmaya ne gerek var? Onaltılı pakette en fazla beş lira fark vardır en iyisiyle en kötüsü arasında. En iyisini almak için niye o kadar kasıyorsun, vereyim ben sana beş lira. Gerçek bak. Yorma kendini.

Zaten bu markayla hiç anlaşamayacağım ilk reklamlarına 3 slogan sığdırma çabalarından belliydi. "Reklam veriyoruz, ne kadar abanabilirsek abanalım" düşüncesi galiba. Hiç bir bilgim yok bu piyasayla ilgili, ama aklım var çok şükür. Bi reklama o kadar slogan atılır mı yahu?

Bak şimdi aklıma geldi, bunların ilk reklamı bu değil sanırım. Sarışın rallici hanım kızımızın pembe Corvette aracıyla ruloları devirdiği bi reklam daha vardı.

20100224

Balık

Biraz aykırı olun

Ne bileyim, akvaryumda rakı olmayı deneyin.

Yaşasın Minimalizm

Minimalizmin bana ifade ettiklerini zaten şurda anlatmıştım.

Bu akımının çıkış noktasıyla ilgili bilinen tüm gerçekleri yok sayacak bir teorim var artık.

Minimalizmin kaynağı kesinlikle bi kedi olmalı. Rufus gibi bi kedi.

Daha önce de bahsetmiştim galiba, "Ben odamın çok düzenli olmasını sevmem, biraz kaos olsun" savunmasıyla dağınıklılığıma kılıf bulurdum hep. Ne güzel olur öyle, masam bomboş durmaz; kitaplıkta, raflarda alakasız şeyler barınır. Fotoğraf çekerken kullanırım diye aldığım mum, sim, lolipop, cıvata, conta, mermer gibi bir çok obje kendine oralarda yer bulur.

Bi ara öyleydi en azından.

Birce deli olurdu mesela odamın bu haline, "odanda her şey üzerime üzerime geliyor" derdi. Evimde kalmak yerime bir yatak, bir dolap ve bir aynadan mütevellit otel odasında kalmayı teklif etmesi de bu sebeptendi.

Gel gelelim, Birce'nin bana yaptıramadığını bir kedi yaptırdı arkadaş, var mı ötesi?

Şöyle ki, Rufus beni masum tavırlarıyla kandırıp evimizin içinde kendine yer bulduktan kısa bir süre sonra büyüyüp serpilmeye, serpildikçe de bulduğu her deliğe girip çıkmaya başladı.

Önce masa, komidin gibi yer seviyesine nispeten daha yakın ve Rufus tarafından ulaşılabilecek mecralar problem oldu. Rufus çünkü, yer seviyesinin üzerinde bir şey görmeye dayanamıyor. Görürse hemen minik patileriyle aşağı itip yer seviyesine getiriyor söz konusu objeyi. Eşitlikten yana kendisi. Sosyalist bir kedi.

Bu probleme pratik bir çözüm getirerek bir kısım eşyayı kitaplığımın çeşitli yerlerine -mümkün olduğunca yükseğe- itinayla yerleştirdim. Birazını da çok sevdiğim rafıma dizdim. Sonra gittim, Ikea'dan çeşitli kutular aldım. Ortalıktaki ıvır zıvırın kalan kısmını kutulara tıkıştırdım Rufus'tan uzak tutma düşüncesiyle. Kutuları da kutulara koymadığım bir kaç ıvır zıvırla beraber dolabımın üzerine istifledim, oh mis.

Rufus kitaplığa, rafa ya da dolaba tırmanabilecek değildi sonuçta. (Sen öyle san Buro)



Üç ay falan kısmen rahat iyi geçti. Hem Birce oda görece sakinleştiği için sevindi; Rufus ortalıkta dolu kül tablası, çekirdek kasesi falan unutmadığım sürece ortalığı çok fazla dağıtamadı. Çareyi ellerime, ayaklarıma saldırmakta buldu.

Bu süre zarfında Rufus salona girmesin diye koridordan salona açılan kapıyı Rufus koridor tarafında diye düşünerek kapadıktan sonra Rufus'u salonda bulmamla birkaç kez yaşadığım "Lan, bu kedi kapının altından mı geçiyor?" paranoyası falan var ama onlar önemsiz şeyler.

Neyse işte. Rahat dönemler bitti. Rufus'un son bir haftadır moda haline getirdiği aksiyonu rafa ve dolaba tırmanmak. Tırmanmakla kalmayıp orda bulduğu zımbırtıları aşağı itelemek. Üstelik çok değil, 3 ay önce fotoğraf çekmek için kendisini yerleştirdiğim o rafta korkudan öyle hareketsiz duruyordu ki, bıraksam 5 gün orda kalırdı.

Salak kedi, benim kül tablam ve ezel izlerken kullandığım çekirdek kitim (bi çekirdek dolu kase, bi de kabuklarla dolu kase) için en güvenli yer o rafın üzeriydi, şimdi nerde saklayayım ben onları? Kapalı dolapta, çekmecede saklayayım desem iki aya kalmaz onları açmayı da öğrenirsin sen. Kasa mı yaptırayım lan sırf bu ıvır zıvırı saklamak için?

Burda bi an Rufus'un steteskopla kasanın şifresini çözmeyi denediği bi sahne geldi gözümün önüne. Bu fikirden de vazgeçtim.

Bi de bi haftadır ayrı bi asabileşti. 2-3 haftadır ben uyumak üzere yattığımda ve uyanıp kalkmadan önce yatakta debelendiğim süre zarfında patisiyle alnımı tokatlayıp kaçıyor, bu oyunu bana nisbeten sevimli geliyordu.

Ama dün gece uyumak için yattığımda resmen dayak yedim arkadaş ya. Resmen seri tokatlar yedim alnıma. Patileri gözüme girmesin diye gözümü kapadığım için göremedim, ama çift pati bile dalmış olabilir. Hatta kedilerde dört pati var lan, kesin dört pati dalmıştır. Ciddi manada korktum dün akşam, kedi beni deşecek diye.


Çok uzattım.



Sonuç olarak, canıma tak etti arkadaşım. Odada ıncık gıncık ne varsa satıp savıcam, bi masa, bi yatak, 2 de dolap bırakıcam içerde. Hatta yıllardır "Evde oyun oynuyorum, laptop kaldırmaz" diye devam ettirdiğim desktop kullanma inadımdan da vazgeçip bi laptop almak bile geçti aklımdan. Ama Rufus'un patileriyle laptop'ı yere düşürme ihtimalini düşününce vazgeçtim.

Ortalıkta hiçbir şey bulundurmayacağım, minimalist olacağım.

İşte minimalizm kesin kedisinin teröründen yılmış bir insan tarafından uygulanmaya başladı ilk. Sonra da "aaa ne güzelmiş, Tv üzeri dantel örtü falan çok banal zaten" diye düşünen insanlarca da yayıldı tüm dünyaya.

Minimalizm şimdiye kadar kimsenin aklına gelmemiş olsa Rufus yüzünden benim aklıma gelirdi, bundan da eminim.



Ne diyorduk,


Yaşasın minimalizm.


Yaşasın Rufus terörüne karşı Buro - Minimalizm dayanışması.














20100223

Hedef

"Ben önce hedefime bi bakarım, hedefi çözümleyip hedefle aramdaki en kısa yolu analiz ederim. Sonra hedefe ulaşırım"



diye anlatıyordu yemek yerken karşısındaki arkadaşına, bizim depocu arkadaşlardan biri.



"Vay anasını, helal olsun" diye geçirdim aklımdan bu cümleyi duyar duymaz.



Sonra anlatmaya devam etti arkadaş...



Kız kaçırmaktan bahsediyormuş.

20100222

Başvuru

Bir yere iş başvurusu falan yaparken şöyle bir ön yazı yazarsanız bence kafadan elenirsiniz.



"If it becomes pozitif I'll be proud and happy dou to work with you"



Dalga geçmek falan değil niyetim. Madem bilmiyorsun, kasma arkadaşım.

20100220

İçecek

İlkokul yıllarında içeceklerin insanlarla bi alıp veremediği olduğunu düşünürdüm.

Kendi hallerine bırakıldığında kahve, çay gibi genelde sıcak içilmesi tercih edilen içeceklerin soğumasını; cola, limonta gibi soğuk içilmesi tercih edilen içeceklerin ise sıcaklaşmasını buna bağlardım.

Termoslarsa insanlarla içecekler arasındaki amansız çekişmede hem zekaları (sıcakla soğuğu nasıl ayırt edebilirdi ki başka?) hem de heybetleriyle en büyük müttefikimizdi benim gözümde.

Ama ne yazık ki o savaşçı yapılarının altına çok narin bir ruh yatardı, hala öyleler mi bilmem ama teknolojileri gereği bir kere düşürsen hemen kırılırlardı. O yüzden en büyük küçüklük korkularımdan biriydi bi termosu yere düşürmek. Böylesine onurlu bir savaşçının ruhunu incitmek istemezdim çünkü.

Sonra büyüdüm; fizik, kimya falan gördüm de anladım olayın aslını.

20100218

müteahhit

- Neden müteahhitler genelde Karadenizli'dir?

- Karadeniz'de temel çok. Temel atma sıkıntısı çekmezler.

meyil

Ben bildim bileli Feridun Düzağaç orjinal albüm isimleri bulmak için kendini zorlar da, bu sefer biraz fazla abartmış, çok ıkınmış az önce sözlükte gördüğüm şu albüm ismi doğruysa;


Meyil adresim sensin.


Hadi İsmail YeniKaramürsel böyle bir isim bulsa anlarım. Kendim bulsam bile anlarım lakin ben bile bu kadar harf oyunu yapmıyorum abicim be. Benim ocakbaşı muhabbeti daha keyifli yeminle.

İlan

İK departmanı olmayan şirketimizde iki cümleyi bi araya getirebilen bir saf olduğum için kariyer.net gibi platformlara verilmesi gereken iş ilanları da bana kitleniyor.

Verdiğim ilanlardan birine gelen başvurulara bi baktım da, "Yabancı Dil" (evet bold yazılmış) kısmına "Türkçe" yazıp seviyesini de "Okuma-10, yazma-10, konuşma-10" şeklinde belirten insanlar var.

Nereli olduğuna bakıyorsun, Çorumlu, Zonguldaklı falan. Türk yani.


Varsan baksan bu insanlar 10 verdiği Türkçe'leriyle iki lafı bir araya getiremiyorlardır kesin.

20100217

Yazar Kasa Dinlenme Tesisleri

Markette geçirilen zamanın en sıkıcı kısmı şüphesiz kasadaki bekleme aşaması. Bir de bazen öyle tipler denk geliyor ki ulaşmak için beklediğin sırada önüne düşmüş olan, insanın nezaketini sınıyorlar resmen.

Teyzecim, görevli aldıklarını kasadan geçirirken tek tek kontrol etmene gerek yok, kasiyer tabiatı gereği önünde bulduğu herşeyin barkodunu okutuyor kasaya. Ha okutmadan mı geçirdi, müesseseden olur o da, daha ne istiyorsun.

Ama olmaz, cüzdanını çıkarmak için illa ki kasiyerin "şu kadar lira" demesini bekleyecek teyze. Sonra cüzdanından kredi kartını ya da banknotlarını çıkaracak. Aldıklarını poşete tıkıştırmaya başlamak için de illa ki kredi kartını geri almayı bekleyecek. Arada kasa çevresinde duran ürünleri işaret ederek fiyat sorgusu da yapabilir kasiyerle, hiç sorun yok bekleriz biz.

Zaten genel itibariyle çevremdekilere saygılı olduğumu düşünürüm, ama kasada ödeme sırasında daha bi dikkat ederim arkamdaki zaten beklemekten bezmiş insanları daha da fazla bekletmemek için. Ürün geçer geçmez poşete tıkıştırmaya başlarım, kasiyer "şu kadar lira" demeden önce poşetleme işlemini bitip elimde cüzdanla hazır bekliyor olmaya gayret ederim.

Başbakanın "bakkallar başının çaresine baksın, ne bilim 3-4 bakkal birleşip markete girsin, gelecek bayramda da ineğe girerler" temalı sözlerinden sonra yaşayacağımız işkence bundan da beter olur muhtemelen.

Çünkü bakkaldan upgrade edilmiş marketlerde durum daha da kötü. o tip marketlerde ne kasa kuyruğu var, ne kasadaki -muhtemelen market ortağı- insanın insanları bekletmemek gibi bi derdi. Önünde son teknoloji yazar kasa, hala kafasını kaşıyarak hesap yapmaya çalışıyor bakkaldan kalma alışkanlıkla.

*O cümle burdaydı

Haftaiçi

Dün akşama doğru Soner aradı, "Bostancı'da işim var, size de uğrayayım" dedi. İyi, dedim.

Geldi, muhabbet esnasında evden işe, işten eve gidip gelmek dışında pek bir şey yapamıyor olmasından yakındı haklı olarak. Kendisi bizi yıllardır tanıyor olmasına rağmen hala über bir sosyal hayatımız olduğunu düşünüyor sanırım.

Yemek yedik, muhabbet ederken Erman bi yandan internette bilardo oynuyordu, ben zap yaparken rasladığım yeni yarışma programının cumartesi yetenek sizsiniz, pazar wipe-out, pazartesi ezel şeklinde devam edip salı günü boşa çıkan tv fetişimizin (evet, orta sınıf bir aile gibiyiz) tamamlayıcısı olabileceği düşüncesiyle sevinç nidalarımı iletiyordum.

Sonra Erman uyuklamaya başladı, odasına gönderdik. Daha sonra ben uyuklamaya başlamışım, Soner beni odama gönderdi.

Uyumadan önce şikayet ettiği haline şükrediyordu muhtemelen.

20100215

Adnan

Aşkı Memur'un Adnan'ı Burger king reklamlarında oynayacakmış.

Slogan yine aynı; "Bütün dünya anladı"

20100211

Tuzak

- Köpek yakalamak için ne kullanılır?
- Bobi tuzağı

İlan

Sahibinden alınık, az kullanılmış.

Direk Hat: 666 0 666

buk

İnsanların Facebook, twitter, Friendfeed gibi platformlarda içtiği sudaki mineral miktarını bile yazmasından ziyade hiç de muhabbeti açılmamışken bu platformlara üye olmadığını, evvelden üye olduysa da hesabını kapattığını falan anlatıp durması rahatsız ediyor beni, onu farkettim.

Bu muhabbeti yapan insanlar muhabbetin başka bir yerinde de televizyon izlemediklerini sıkıştırırlar zaten araya.



Nasıl listende 700 arkadaş barındırmak marifet değilse, Facebook kullanmamak da bir erdem değil canlarım. Prim yapmıyor artık.

20100210

Cat





I became a cat for a second

Kaza

Ara sokaktan işlek caddeye fırladı avaz avaz bağıran sirenleriyle bir polis arabası. Sokak görece alçakta kaldığı için caddeye çıktığı an tekerleri yerden kesildi, yere indikten bir kaç saniye sonra ise caddede tüm hızıyla ilerleyen kamyona çarptı.

Olmadı tabi böyle bir şey. Oldu da ben abarttım fazlasıyla, neden böyle amerikan filmi havasıyla anlattım bilmem.

İşlek bir caddede yavaşça ilerleyen trafikte bir polis arabasının sağ taraftaki dar sokaktan çıkıp caddeyi keserek sol taraftaki sokağa girmek için sirenlerini çalıştırıp hamle yapması, sağ şeritteki arabayla orta şeritteki benim durarak yol vermem ama sol şeritten kaptırıp gelen arabanın (kamyon falan değil) sireni ve dolayısıyla polis arabasını farketmediği için durmayarak polis arabasıyla öpüşmesinden ibaret aslında olay. Araçlar 2 metre önümde çarpışınca bi gaza geldim galiba.

20100209

Turist

Sultanahmet'te Fotoğraf Çekemeyen Japon Turist İntihar Etti

Ülkemizi ziyarete gelen Japon turist Hiroşima Nagazaki'nin tatili bir kabusa dönüştü.

Katıldığı Sultanahmet turu esnasında fotoğraf makinesini otelde unuttuğunu farkeden Nagazaki, başka bir fotoğraf makinesi bulabilmek için kendini adeta paraladı. "Nolur ver 2 poz da ben çekeyim" yakarışları fotoğraf çekerken transa geçen kafiledeki diğer Japon turistler tarafından dikkate alınmayan Nagazaki, çaresiz kalınca "Onurlu yaşayamadım, öyleyse onurlu ölürüm" diye bağırarak yanındaki Japon'un boynundan kaptığı fotoğraf makinesinin flaşını gözüne gözüne patlatmak suretiyle çevredekilerin şaşkın bakışları eşliğinde intihar teşebbüsünde bulundu.

Hemen en yakın fotoğraf stüdyosuna kaldırılan Nagazaki'ye "Gözü kamaşmış" teşhisi konuldu. Yetkililer hastanın hayati tehlikesinin bulunmadığını, karanlık odada banyo yapıldıktan sonra taburcu edileceğini söylediler.

Konuyla ilgili görüşlerini aldığımız kafiledeki başka bir Japon turist; "Bir yere gidip fotoğraf çekemeden dönmek bizler için çok utanç verici bir durumdur. Hele bir de yurt dışına gidip gelmişsek. Böyle insanlara kız bile vermezler bizim orda. Bu yüzden böyle bir utanç yaşayan insanlar gözlerine flaş patlatarak modern harakiri yaparlar" şeklinde konuştu.

20100208

Stop Chasing Shadows



the night that you got locked in was the time to decide

Bilmez Ki

Bilmez ki ben onu ne kadar severim.

Bilmez ki onun gözünde ne kadar yaramaz görünsem de her sabah ondan önce uyanıp o uyanana kadar onu izler, akşam eve dönüş saati yaklaştığında kapının arkasında onun yolunu gözlerim.

Bilmez ki masada duran selpağı parçalamam, ortada unutulan kül tablasındaki izmaritleri dışarı çıkarıp onlarla oynamam hep yalnızlığımdandır.

Bilmez ki her fırsatta bir yerlerini ısırmam hırsımdan değil, kaşınan dişlerimdendir. Belki de değildir, alışkanlıktandır. Bunu ben de bilmem ki.

Bilmez ki bana aldığı afilli yatakta yatmamamın sebebi, onun yatağında onunla uyumaktan daha çok keyif alıyor olmamdır.

Bilmez ki ben onu ne kadar severim.


Nasıl sevmem ki.


Olmazdı ki sıcak bir yuvam, o beni yolda bulduğunda evine kabul etmeseydi.

Böyle sağlıklı olmazdım ki, ben yemek yiyemiyorken elinde biberonla peşimden koşturmasaydı.

Güzel bir ismim olmazdı, sevgilisi onun için düşünüp bana en yakışanı bulmasaydı.


Bilmez ki, benim tek arkadaşımdır o.

Rüsgar (Evet s ile)

Koca bir çınar esen sert rüzgarlar karşısında dimdik ayakta durabiliyorken bir fidanın eğilip bükülmesi, fidanın zayıflığından değildir.

Fidan eğilip bükülür, çünkü bilir ki o asırlık çınar gibi dik durmaya çalışsa kırıp geçecektir rüzgar kendisini.

Teknenin yelkeni gergin kalmaz rüzgar karşısında. Bilir çünkü, beş yıldızlı otel odasında serili duran çarşaf kadar gergin durmaya çalışırsa rüzgar yırtıp geçer onu.

Gelen rüzgarla kendini biraz gevşetir, rüzgarı içine alıp yumuşatır. Hala yeterince yumuşamadıysa rüzgar, yelkenin üzerinde minik delikler açılır. Açılır ki rüzgar o deliklerden süzülüp gidebilsin.

O minik delikler engeller yelkenin yırtılmasını. Kurtarır yelkenin hayatını.

Hayatta herşeyin her zaman, hatta çoğu zaman, yolunda gitmemesi normaldir. Önemli olan, hiç beklemediğin bir anda olsa bile, karşına çıkan zorluklara nasıl/ne kadar direneceğine karar vermektir.

Her zorluk karşısında dimdik ayakta kalmamalı insan. Bazen zorluğu kabullenmeli. Onu aşabilmek için tek başına çabalamamalı. Biraz eğilip bükülmeli zorluk gidene kadar.

Çok umursamamalı. Biraz gevşetmeli kendini, zorlukları tüm şiddetiyle karşılamak yerine onları azıcık olsun hafifletebilmek için.

Kalbinde açmak zorunda kalacağı minik delikleri kabullenmeli o delikler canını acıtacak olsa da. Biraz zaman tanımalı, oluruna bırakmalı. Onları onarmaya uğraşmamalı rüzgar hala tüm şiddetiyle eserken. Bilmeli ki o delikler önleyecek canının daha fazla yanmasını.

Bilmeli o delikler olmazsa kalbinin hepten paramparça olacağını.

Rüzgar durulduğunda, kalp zaten onaracak kendini, kapatacak delikleri.

20100205

Yaş










Yaşlanıyoruz resmen yahu. Rufus bile ne hale gelmiş üç ayda.

20100203

Bazen

Bazen bıkar insan.



Köşeyi döndüğünde onu neyin beklediğini düşünmekten, ağzından çıkan laflar yanlış anlaşılmasın diye onları süzmekten, -süzemeyip üzülmekten-, kar yağarken eve nasıl gideceğini düşünmekten. Trafikte şerit değiştirirken aynayı kontrol etmekten, planladığı işler zamanında gerçekleşsin diye çabalamaktan, hayatta sağdan-soldan-yukarıdan-aşağıdan alacağı darbeleri kestirmeye çalışıp o darbeleri hafifletmek için kendince önlemler almaktan.



Her an bir aksilik çıkabileceğini düşünmekten, canı hiç istemediği halde erken yatmaktan, daha da kötüsü erken kalkmaktan, kediye mama alması gerektiğini kendine hatırlatmaktan, takdir edilmemekten, güvenip kazık yemekten, kazık yememek için güvenmemekten, her an tetikte olmaktan, bahane bulmaktan, kendini savunmaktan, anlayış göstermekten, şimdi çok güzelken elbet bir gün bozulacak olmasından, omzuna binen yüklerden ve bu yüklerden şikayet etmemekten, üçüncü tekil şahıs kullanmaktan.



Bazen bıkar büyük adam olmaktan.



Çocuk olmak ister. Naz yapmayı, plan yapmamayı, gece sabaha kadar oyun oynayıp gündüz bütün gün miskinlik yapmayı, benzinin bitmemesini, trafiğin olmamasını, üzülmemeyi, yazarken cümlelerini tekrar kontrol etmemeyi, sessiz kalmayı/sessizde kalmayı, sarılmayı, birilerinin hayatında önemli olduğunu hissetmeyi, kırgınlıklarının geçivermesini, kırılmamayı, gereksiz kırgınlıklarının hoş görülmesini, bir şeylerin bitmemesini, başka şeylerin başlamamasını, telefonu kapatıp atmayı, otun bokun kendisine sorulmamasını, en beklemediği an en beklemediği şeylerle karşılaşmamayı, akışına bıraktığı şeylerin istediği gibi gitmesini, çabalamamayı, anlamlı cümleler yazmamayı, yük olmamayı, tişörtle gezip üşümemeyi, ne zaman istese saçlarında gezinecek bir elin olduğunu bilmeyi, yalnız hissetmemeyi, geleceği düşünmemeyi, üzmemeyi, takdir edilmeyi, güzel şeyler duymayı, mutlu haberler almayı, yanlış yapmamayı, yaptıklarının da gözüne sokulmamasını, mızmızlanmayı, hatta bazen utanmadan ağlamayı, birinci tekil şahıs kullanabilmeyi ister.



Yürüyüp gitmek ister, kendini bırakmak ister.

20100201

Tiraj

Yeteri kadar komik olmadığı için çok satmayan mizah derkisine ne denir?

Tirajı komik.

Göbek

Cumartesi akşamı sinemaya gidelim dedik Kanyon'da. Planımızda Sherlock Holmes vardı ancak bize en yakın seansta en ön sıra dışında yer olmayınca vazgeçtik. Ejder Kapanı olsun bari, diye düşündük. Onun seansı için de salonda beş kişinin yan yana oturabileceği bir yer bulamadık. Mecburen 2+2+1 formasyonuyla çıktık salona. Soner kalede durdu, Güven ve Utku defansta. Erman ve ben de orta sahada. Forvetimiz yoktu. Neyse ki halı sahada değildik, yoksa hiç gol atamazdık muhtemelen.

Neyse zaten asıl olay o değil. Film cumartesi gecesi için birazcık ağır olduğu için film arasında sigara içmeye yeltendik Erman ve ben. Gerçi film ağır olmasa da sigara içerdik kesin.

Dışarı çıkmak için yürüyen merdivenlerden inerken bi baktım, Soner de arkamızdaymış. Sonerin bi basamak arkasında da bi adam var, ben sanıyorum ki Utku. Yükselti farkından göbek hizasını görüyorum baktığımda. Sonerle konuşurken bi ara gözüm göbeğine takıldı Utku'nun. Biraz göbek yapmış, diye geçirdim içimden ve göbeğini sıktırmak üzere hamle yaptım. Elim tam göbeğe ulaşmak üzereydi ki kafamı kaldırıp Utku'nun yüzüne bakma ihtiyacı hissettim.

Acı gerçekle yüzleştim o an. Utku değildi göbeğine hamle yaptığım. Alakasız bir adamdı. Adam da göbeğine uzanan bir el farkedince o elin sahibine bakmak istedi haklı olarak, ve biz adamla göz göze geldik.

Neyse ki elimi göbeğe ulaşmadan durdurabildim. İki saniye falan anlamsızca havada kaldı elim ama tanımadığım bir adamın göbeğini mıncıklamaktan iyi bir şey tabi bu.

Yaptığım salaklığı savunmak için "Pardon, arkadaşım sandım da bir an sizi" dedim. "Önemli değil" dedi adam da şaşkın bi gülümsemeyle. Hadi bu neyse, insanlık hali. Ama salaklık bende işte, orda kes di mi muhabbeti. Kesmedim tabi, "Sıçtım, bi de sıvayayım" tekniğinin kitaplara geçecek bir örneğini sergileyip adama "Arkadaşa tam da amma göbek yapmışsın oğlum diyecektim, eki eki" dedim.

Adamın suratı değişti biraz, ve ben yaptığım salaklığı farkettim. O cümlemden sonra zaman geçmedi, yürüyen merdiven aşağı inmek bilmedi. Bozulan yürüyen merdivende mahsur kalan Temel gibi hissettim kendimi. Soner ve Erman patlayarak gülerken ben hiç bir şey yapamadım.

Neyse ki filmden önce bir spor salonunun reklamı vardı. Adam filmden çıkar çıkmaz o salona kaydolmuştur muhtemelen.

Genç Celebrity

2 haftadır yönetmenliğini sınıf öğretmeninin yaptığı, başrollerde sınıf başkanı ve yardımcısı iki kızı, yardımcı rolde ise Atalay'ı izleyebileceğimiz "Sınıfbaşkanı ve yardımcısı" konulu video dolaşıyor ya ortalıkta.

Cuma akşamı da Beyazıt Öztürk insanı bu iki çocuğu programına çıkarıp gevrek gevrek gülmek suretiyle rating malzemesi yaptı bir güzel.

Tamam, zaten çocukların videosu binlerce insan tarafından izlenmiş olabilir. Çocuklar zaten büyük bir kitle tarafından tanınıyor hale gelmiş olabilir ama sırf iki rating kapacağım diye gece yarısı o çocukları programa çıkarmak niye? Farkında değil mi küçücük çocukların omzuna yüklediği yükün?

Hele çocukların kısa boylu olanı nasıl da müsait program program gezdirilip rating malzemesi yapılmaya.

Bir yerde de kızların birinin babasına soruyorlardı, "büyüyünce ne olmasını istersiniz?" diye. "Başbakan olsun kızım" dedi adam da.


Abicim, kızın bu yaşta celebrity oldu, haberin yok.

** son cümle burdaydı""