20101105

I've heard that you’ll try anything twice

Geçen hafta Sakin dinledim ilk kez. İlk kez değil gerçi de, bilinçli olarak ilk kez. O günden beri de her akşam bir kaç şarkısını loop'a alıp dinliyorum. Küçük hanım ve çok sevdiğim arkadaşlarımdan Nazlı Sakin'i çok seviyorken, sırf onlardan duyduğum için bile "Kimmiş lan bunlar?" diye düşünüp dinleme fırsatım varken bu adamları daha önce dinlememiş/öğrenmemiş olduğum için kızdım kendime biraz.

Sonra müzik cahili olduğumu kendime hatırlatıp bu kızgınlığımı hafiflettim biraz da olsa.

Bir şarkılarını dinlerken o şarkıyı zaten bildiğimi ve çok sevdiğimi farkettim bir an. Sonra da şöyle yazdım Nazlı'ya.


- Lan ben bu benim çok sevdiğim bi şarkıymış, yeni farkettim.
- Böyle çok sonradan farkettiğin başka şeyler de var mı hacı?
- Bir de şey var, küçükken biber dolmasını "ben bunu hiç sevmiyorum" diye yemezmişim. Bir gün annem rica minnet bir lokma tıkıştırmış ağzıma. "Aaa meğer ben bunu çok seviyormuşum" demişim.
- Hayatta başarılar.


Başka bir yakın arkadaşım da gittiği dalış kursunu anlatırken 29 yıldır gitmediği günlere acıdığını söylemişti kursun ne kadar iyi geçtiğinden bahsederken.

Bunların üzerine düşündüm de, acaba hayatta kaçırdığım/geç kaldığım ve işin kötüsü kaçırdığımdan haberim bile olmayan neler neler vardır kim bilir.

Bir arkadaş ortamında sadece ismen tanıştığım ama hiç hoşlanmadığım, ya da aynı ortamda defalarca bulunup konuşmaya tenezzül etmediğim insanların bir kısmı belki de çok şey öğreneceğim, çok iyi vakit geçireceğim, hayatımda yer edecek insanlar olacaktı eğer ön yargılı olmasaydım.


Belki de istediğim gibi olmadığını düşündüğüm bir firma tarafından çağrıldığım iş görüşmesi bana hayatımın iş fırsatını sunacaktı.


"İşe yaramaz ki bu" diye almadığım bitkisel ilaç sigarayı bırakmamı sağlayacaktı.


Ortaokul'da il karmasına çağrıldığımda fen lisesi sınavlarına hazırlandığım için katılmamazlık etmeseydim şimdi bir mühendis değil de bir basketbolcu olacaktım.


Sırf adı yüzünden hayatım boyunca ağzıma sürmediğim güllaç tatlısını çok sevdiğimi farkedecektim.

Bu konuda beni teşvik eden kimse olmadığı için hevesimi kırmayarak inat edip, çok istediğim şeylerden birini gerçekleştirebilecek, sanatın bir ucundan tutup kendi çapımda bir yazar olabilecektim.

Bunlar şimdilik kaçırmışım gibi görünen, ilerde geç kalmışlığa dönüşme ihtimali olan durumlar. Bu durumlar neyse, kendi adıma verdiğim kararlar ve sonuçları ilk etapta sadece beni bağlıyor. Kendimi o anın gerektirdiği en iyi kararı verdiğime inandırarak "keşke" deme dürtümü törpülüyorum.

Ama bir de verdiğim kararın benden çok bir başkasını etkileyebileceği durumlar var.

Belki trafik ışıklarında bekleyen ve kırmızı ışığa takılan arabalara yanaşıp "abi bir ekmek parası" diyen küçük kız gerçekten de bir ekmek parasına muhtaçtı ve ben vermediğim için o gece aç kaldı.

Ya da ne bileyim, patronum tarafından bana yardımcı olarak önerilen çok hevesli aday, benim "bize faydası olmaz" demem üzerine işe alınmadı ve hem o isteyerek yapacağı işten hem de ben işini severek yapan bir yardımcıdan oldum.


Dediğim gibi bu tip şeylerin hiç biri -en azından şimdilik- pişmanlık değil ve umarım ileride de olmayacak. Ama bazı kafa kurcalayabiliyorlar bazı bazı. "Halamın sakalları olsaydı" olayına getirmeye de gerek yok mevzuyu.

Ama sanırım gerçekten her şeyi imkanlı ve mantık çerçevesi içinde olduğu ölçüde bir kez denemek gerek. Hatta Morrissey'in yazdığı hatunun da yaptığı gibi iki kez denemek gerek belki de. İlkinde hiç hoşlanmamış olsak da.


Bu arada, biber dolmasını hala sevmem.



Hiç yorum yok: